“Ciddiyetini unutamıyorum..”

Ankara – 2006

  • Eskiler maattessüf derlerdi, şiddetli şekilde üzülerek, maalesef, ne yazık ki anlamına gelir. Lügati Cudi veya Lugati Naci’de aynen böyle yazıyor işte ; şiddetli şekilde maalesef.. Açıkcası Gazi üniversitesinin Hocam Mehman Musayev için mutevazı bir taziye mesajı yayınlayıp yayınlamadığını bile bilmiyorum, doğrusu merak da etmedim, illa ki birşeyler yayınlamışlardır. Ne de olsa değerli Profesör hayli uzun bir süre asistanların kullandığı zemin kattaki ikinci sınıf akademisyen odasında yoğun sigara dumanlarıyla beraber mekan-imkan dahilinde bir şeyler üretmeye çalışıyordu. Enteresandır; mekan ve imkan arapçada aynı kökten türetilmiştir. Bir insana tahsis ettiğiniz veya sunduğunuz imkanlar onun mekanıyla ciddi şekilde alakadar olduğu için mi acaba? Muhtemelen. Yakınlarda Türk bir teknoloji yazarı Steve Jobs’un Apple şirketini nasıl kurduğunu anlatırken aynen şu tabiri kullandı ; “Elbette Apple şirketini bir amerikalı kurmalıydı, çünkü yaşadıkları evlerde ekseriyetle geniş ve kullanışlı garajlar bulunuyor.” Tabii olarak mekanın ne kadar önemli bir mefhum olduğunu açıklamaya luzüm görmüyorum. Herhalde ne demek istediğim Gazi Üniversiteskindeki bazı hocalar hariç herkes anlıyordur.

Türk Dil Kurumu’nun çok sevdiğim ve aynı zamanda bitirme tezi hocam olan Mehman Musayev için küçük bir taziye mesajını web sitesinde yayınladığını görünce nedense sururi oldum, hoşuma da gitti. Böyle kıymetli platformların matlahında ünlü ve pek meziyetli filologların hakkındaki şeyleri okumak, birkaç cümlelik “öldü” muhteviyatına sahip bile olsa, keyif verici ve kesinlikle “Keyf-i Mettefak”. İlk defa okuyanlar için yabancı ve telaffuzu hoşa gitmeyen bu kelimeden bahsetmek istiyorum. Aslında bu kelimeyle tanışmam çok taze sayılır: “nasıl rast gelirse, nasıl oluyorsa “ anlamına geliyormuş. Büyük oğlum Ahmet Hakkı’ya lügat dersi verirken ilk defa rastladığım bu kelimeye denk gelince en küçük mahdumum Zeynep’in “baba” diyerek ağlamasıyla dersi erken bitirme mazeretim oldu. Kavramların anlamlarına çok düşkün biri değilim (keşke olsaydım ) fakat bu kelime üzerine düşünürken nedense aklıma önce Mehman Musayev sonra da (aynı üniversitede, aynı odada, aynı imkanlarla çalıştığı ) Seyitnazar Arnazarov geldi. İşte bu efkar-ı tedai (çağrışımlar) neticesinde hatıralarını yad etmek için bir şeyler yazayım diye oturmaya karar verdim. ( L5-S1 consept mapping’de omurilik bölgesinde patlamış fıstık gibi bir fıtığım olduğu için çok sık oturamıyorum. Bu aralar günlerim genellikle uzanarak geçiyor ) Hangisinin daha erken vefat ettiğini gerçekten bilmiyorum. Mehman Hoca 2019’da vefat etti. Seyitnazar Arnazarov Hoca’nın ölüm haberini 2020’den sonraki bir tarihte üniversite arkadaşım Mehmet Ali Tırmuş ile telefonda konuşurken öğrendim. Her ikisine de Yegáne güç ve kuvvet sahibi Allahu Azimüşşan’dan rahmet dilerim. Bu iki akademisyen tam manasıyla iyiliği ve cafayı fikirleriyle süsleyen müstesna insanlardı. Üstelik kıymetli ve müşterek olduğumuz bir davaları vardı. Asıl yazmaktaki maksadım veya meyyal olduğum şey de tam olarak bu ; kendi davalarına beni de deruhte ettiler. Karabağ ve Şuşa!

“Hatırla ikrar etmeye şayan bir hasıla var mı şimdi?”

İlk defa Mehman Musayev’i 2006 yılında 1.sınıfın filoloji dersinde tanımıştım. Orta boylu ve neşeli bu filolog bilimadamı, ceketini ders boyunca hiç çıkarmayan ve ders boyunca hiç oturmayan ve anlattığı şeyleri teyit etmek için gözlüklerini sonuna kadar indirip çıplak gözleriyle sınıfa bakarak “fikrimi çattırabildim mi” diyen fevkalade canayakın ve alicenap biriydi. Azericeye dair ilk öğrendiğim şey de şu işe bakın ki bana göre dünyadaki en önemli sentaks oluyordu “Fikrimi çattırabildim mi”..  yani “ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum, heyyy! anlıyor musunuz?”

Tabbi ki hayır!

Yetiştirilme tarzımız ve geçtiğimiz eğitim cenderesinden dolayı bizler de diğer ve şimdiki öğrenciler gibi çok ama çok zaman sonra anlatılan şeyleri anlayabilme şuuruna sahiptik. Bu bilinçli bir şey değildi. Oğuz Atay’ın söylediği gibi tahte’l şuurumuzda olan, gayet insiyaki bir hal sadece.. O yüzden hocamıza hep birlikte alık ve umursamaz şekilde “evet” diyerek bir cevap veriyorduk. Anlamadığımızı o da anlıyordu. Birinci sınıfı bitirip ikinci sınıfa geçtiğim zaman Prof. Dr. Mehman Musayev’den daha selektif ve özgün dersler alma fırsatı bulmuştum. Scintilla! Bu dersler genellikle dil labaratuvarında ve oldukça konsantre bir ortamda az sayıdaki öğrenci mevcuduyla geçiyordu. Bu sayede bulunduğumuz mekan bize öyle güzel imkanlar sunmaya başlanmıştı ki, Mehman Musayev’in gerçek manada bir hazine olduğunu az da olsa idrak etme fırsatı yakalıyordum. Neredeyse istisnasız her dersin sonunda konu Ermenistan’ın büyük bir vahşet ve katliamla işgal ettiği Azerbaycan toprakları olan Karabağ ve Şuşa’ya gelirdi. Gerçekten konunun bilimsel çalışmalardan sonra nasıl oraya geldiğini anlamanız pek mümkün olmazdı. Hocanın dermeyan ettiği fikirler daima bilimsel şeyler oluyordu ama o fikirlerin takları ve taçları her zaman duygusal ve oldukça romantik bir davanın musaddarıydı. Esrarın bu denlisi mahir ve eşsiz insanların mahfillerine has bir şey galiba. Yaklaşık 20 yıl önce Mehman Musayev’in dersleriyle kalbime ve fikrime Karabağ bir çivi gibi çakılmıştı ve ben bunun farkında bile değildim. Mezun olduktan sonra hem eğitim hem de iş hayatımda Karabağ’ı ve Şuşa’yı düşünmediğim tek bir gün bile olmadı. Mehman Musayev henüz Ermenistan Karabağ ve Şuşa’yı işgal etmeden önce Moskova’da üniversite öğrencisidir. Dil bilim eğitimi alırken odasını paylaştığı arkadaşlarından birisi Ermenistan vatandaşıdır. Mehman Musayev bu arkadaşıyla iyi ve müşterek vakitler geçirmeye özen gösteren idealist bir öğrenci. Bir gün yine dolu dolu geçen sohbetlerin arasında Ermeni olan bu arkadaşı Mehman Musayev’e şöyle der : Mehman biliyor musun, çok yakında toprağımız olan Karabağ’ı sizden alacağız. Sonra da durmayacak Şuşa’yı alacağız!” Mehman Musayev bunu bir latife olarak kabul eder. Tertipli bir plan olmadığına kani olur. Fakat çok geçmeden korkunç bir zulüm ve zalimlikle Azerbaycan toprakları işgale uğrar. Travma, Latince’de yara kelimesinden türetilmiştir. Artık Mehman Musayev’in ömür boyu sürecek bir vatan ve dostluk travması vardır. Bu travma işgal edilen toprakların kurtulması ve bir daha asla böyle bir işgale uğramaması için sosyal ve bilimsel hayatında öyle bir yer edinmişti ki, bunu ancak o mümtaz kişiliği tanıdığınız zaman anlayabilirdiniz. Mehman Musayev’in boşa geçireceği bir dakikası bile yoktu. Her zaman ciddiydi. Öğrencilerine sürekli disiplini, şuurlu, bilgili ve istikrarlı olmayı öğretiyordu. Ege Cansen bir konuşasında “herkes kendi tarihini anlatır” der. Evet, Mehman Musayev de çocukluğundan, gençliğine, yetişkinliğinden ihtiyarlığına kadar bütün tecrübe ettiği ve öğrendiği şeyleri bizimle paylaşıyordu. Adeta yaşayan bir tarihti benim için. Vatan sevgisini ve ne anlama geldiğini ondan öğrendim. Azerbaycan ordusu 2020 yılında Karabağ ve Şuşa’yı işgalden azad edince dakikalarca ağladım. Bir yandan vatan toprağımızı kurtarmanın mutluluğu öbür yandan Öğretmenim, hocam sevgili Mehman Musayev’in bir ömür boyunca arzuladığı şeyi göremeyişi ben hüzne gark etmişti. Hala da o hüzün denizenden çıkmış değilim. Çünkü Prof. Dr. Mehman Musayev’in gözleri açık gitti. Benden önce muhakkak diyen de olmuştur. Ama ben kendime bir vazife addediyorum. Öğretmenim Mehman Musayev’i Bakü’de toprağa verdiler. Mezarı Azerbaycan’da. Sağlığıma kavuşur kavuşmaz önce Mekke ve medineye daha sonra da Bakü’ye gideceğim. Mehman Hocanın baş ucunda oturup dua ettikten sonra muhtemelen gözyaşlarım eşliğinde birkaç kelime çıkacak dudaklarımdan : ah ölmeden bir görseydim, düşebilsem toprağına..

Mustafa Ulvi Coşkun