Zeynep baban dağınık bir adam. Fakat benim babam öyle değildi. Benim babam her zaman erkenden uyuyan ve uzanır uzanmaz uykuya dalan bir adamdı. Sabah namazına kalkardı. Namaza kalktıktan sonra uyusa bile güneş doğmadan önce yine ve muhakkak uyanırdı. Ben sabah namazına kadar uyumam. Ama güneş doğmadan önce de uyanık olduğumu hatırlamıyorum.

Sen ve gözlerin büyümeden kendimi toparlamaya çalışsam da bunun mümkün bir şey olmadığını şimdilik biliyorum. Doğduğun zaman ellerin o kadar güzeldi ki. Bu çağ neredeyse herkesin alnına hafiflik mührünü dağlamakla meşgulken, kendime mazeretler bulmaya çalıştığım için senden ve annenden özür dilerim yavrum. Ağabeyin Ahmet’e ilk öğrettiğim kelime “Amiyane” idi. Onun en büyük düşmanı aleladelik olsun derdim. Farklı olmanın keyif verici bir tarafı olduğu için mi? Hayır! Eğer yaşadığın zaman ve zamanı tükettiğin ortam aşüfte ve kevaşe bir şeye dönüşmüşse alelade olmanın neyi mutluluk verici olabilir ki?

Kendi ellerimizi taşıyor muyuz, henüz doğmadan, doğsa bile büyümeden öldürülen binlerce çocuğun öldüğünü izlemek ve hiçbir şey yapmadan beklemek kirlenmemiş ve işgal edilmemiş bir vicdan için acaba neyi ifade ederdi? Demek istiyorum ki sadece kalbimiz değil düşmanlıklarımız bile bize ait değil Zeynep!

Düşün ki kime ait olduğumuza bile karar veremiyoruz, hem de kime ait olduğumuzu çok iyi bildiğimiz halde. Bu sabah annenle kahvaltı yaparken Tavus kuşunu ve toprağı konuştuk. Tavus kuşu dünyamızı terk etseydi ne kaybederdik, bunu düşündük. Seni seviyorum. Bütün babalar kızlarını sever.

Suçumuzun ne olduğunu, nasıl bir mertebede olduğumuzu bilmek istemezsin. İşin en acı tarafı da acaba yuvarlanmaya devam mı ediyoruz, yoksa durduk mu, neyi kaybettik ki dipsiz bir kuyuda arıyoruz Zeynep?  

Sen daha büyümedin ve ben de ne yazık ki hala çok büyük sayılmam. Hasan ağabey babası öldükten sonra bana : “insan” demişti “babası ölmeden büyümüyor Mustafa..”

Hayatta en mutlak şeylerin bile müphem olduğuna inanmakta zorlanıyorum. Sen hiçbir zaman ısrarcı bir kadın olma. Neyi kastettiğimi ileride kalbini büyütmeyi başarabilirsen derin bir sadaketle anlayacaksın. İraden zarif olmalı. Şu sıralar senin merak dolu dünyanı seyrederken çocukluğumdan beri merak ettiğim şeyleri düşünme fırsatım oldu. Çok sevdiğim dedem ve dayım öldü. Sen hayattasın. Anneanemi de çok özledim. Bazen annemin rüyalarımda öldüğünü görüyorum. Uyandığım zaman rüya olduğunu bildiğim halde ağlıyorum Zeynep. O yüzden seni çok fazla sevmeliyim. Babam hayatta. Küçük bir çocukken babamın beylik silahıyla yıldızları vurmasını ve evimizin önündeki bahçeye düşürmesini o kadar çok istiyordum ki. Annem hep susardı.

Düşünebiliyor musun ; bir yıldızın limon ve defne kokulu bir Van gecesinde küçük bir bahçeye düşürüldüğünü,

küçük bir çocuk tarafından ama,

dünya yok olmadan hem de.

ve çocuk ölmeden,

öldürmeden kimseyi.

yıldız düşer çocuk sevip sarılarak yıldıza,

sonra düştüğünü anlayınca, acıyarak ona,

tutup tekrardan küçük elleriyle fırlattığını göğe,

yıldızın tıpkı bir yaprak gibi üzüldüğünü düşünerek ,

sonra onu vurduğuna pişman olup ağlayarak,

babasına kızıp dizlerine sarılarak.. ağladığını düşünebiliyor musun?

Babam yıldızları vursaydı ve yıldızlar da bizim bahçemize düşseydi,

düşer miydi acaba?_

isteseydi babam onları

vurur muydu acaba?

Bir gün babama, silahınla neden yıldızları vurmuyorsun diye sormuştum, melal dolu gözlerle bakıp vakarla başımı okşayarak şöyle demişti: “Onları ancak sen büyüdüğün zaman vurabiliriz oğlum..”

Ölüme oldukça yaklaşan Şirazlı Sadi şöyle demiş ; ne zaman bir ihtiyar ölüme hazırlık yapsa, kundaktaki bir talihli bebek de ellerini kaldırıverir.

Ruhum yaşlandı. Hem de çok fazla. “insan ki hüzün içindir ve hüzün ki en çok yakışandır bize..”

Seni seviyorum Zeynep. Baban öldüğü zaman hiçbir şeye gücenme.

Mustafa Ulvi Coşkun / İstanbul / 2024 – Haziran