Cicero’nun felsefî yapıtlarından biri olan Laelius ya da De Amicitia (Laelius ya da Dostluk Üzerine) İ.Ö. 44 yılında yazılmıştır. Diyalog biçiminde olan bu kitaptaki konuşma, İ.Ö. 129 yılında geçer. Sanki Scipio Aemilianus’un ölümünden ( İ.Ö. 129 ) birkaç gün sonra, Scipio’nun çok yakın dostu Laelius, damatları Scaevola ve Fannius’la “dostluk” üzerine konuşur. Bu konuşmayı sonradan Scaevola, Cicero’ya aktarır.

Diyaloğu yöneten C. Laelius İ.Ö. 190 yılında doğmuş olmalıdır. Babası C. Laelius’la Scipio Africanus Maior’un dostluğu gibi, o da genç yaşta Scipio Aemilianus’la dost olmuş ve onun yazınsal çevresine girmiştir. Burada da Terentius ve Lucilius’la dost olmuştur. Stoa felsefesini yakından tanımış, Diogenes, Panaitios’un düşüncelerini Roma çevresine yaymıştır.

Siyasal yaşama ne zaman başladığı bilinmemekle birlikte, İkinci Pön Savaşında Scipio’nun konsüllüğü sırasında ( İ.Ö. 147 ) onun legatı olarak çalışmıştır. İ.Ö. 145’te praetor olmuş ve bir söylevle, halk tribünlerinden C. Licinius Crassus’un “rahip kurullarının halk tarafından seçilmesi” önergesini reddettirmiştir. İ.Ö. 142 yılında Scipio’nun desteklemesiyle konsüllüğe adaylığını koymuş, ama Pompeius’a karşı yitirmiştir. Bu yüzden Scipio’yla Pompeius’un arası bozulmuştur. Ertesi yıl adaylığını yeniden koyup kazanmış ve 140 yılında Q. Servius Caepio ile birlikte konsül olmuştur. Tib. Gracchus’un önayak olduğu iç savaşta da Gracchus’a karşı çalışmıştır. İ.Ö. 132 yılı başında Tib. Gracchus öldürüldükten sonra, onun yandaşlarını tutuklatmak için kurulan konsüller kurultayına katılmıştır.

131 yılında Scipio’yla birlikte halk tribünü S. Papirius Carbo’nun, halk tribünlerinin yeniden seçilmesi önergesini reddettirmiştir. 129 yılında çok sevdiği dostu Scipio Aemilianus’u yitirmiştir. Scipio’nun arkasından ne kadar yaşadığı bilinmemekle birlikte, çok yaşamamış olmalıdır. Laelius’un ünü, yaşarken ona verilen bilge adından ve Scipio’yla olan yakın dostluğundan ileri gelir. Laelius’la Scipio arasındaki dostluğu Cicero, Tusculanae 112’de şöyle anlatıyor: “Askerlikteki eşsiz ünü yüzünden, Laelius Scipio’yı çok severdi; ama, sivil yaşamda, daha yaşlı olduğu için, Scipio Laelius’a bir babaya gösterilen saygıyı gösterirdi.”
P. Cornelius Scipio Aemilianus Africanus minor, İ.Ö. 185 yılında doğmuştur. Babası Paulus Aemilios’tur. Scipio Africanus’un evlatlığı olduğu için Scipio soyadını, İ.Ö. 147 yılında Kartaca’yı yakıp yıktığı için Africanus sanını almıştır. Büyük bir komutan olan Scipio, aynı zamanda stoacı Diogenes’i, Panaitios’u, bundan başka Platon ve Aristoteles’i yakından tanıyan bir düşünürdü. Çevresine topladığı yüksek kültürlü Terentius, Lucilius, Polybios gibi yazarlarla ve Laelius gibi hukukçularla yazınsal bir çevre oluşturmuştur.

İ.Ö. 129 yılında, bir gün yatağında ölü olarak bulunmuştur. Onun, kendi canına mı k ıydığı, yoksa öldürüldüğü mü iyice anlaşılamamış, Gracchus’ların annesinden kuşkulanılmıştır. Doğal olarak, De Amicitia’da Scipio doğrudan doğruya konuşmaya katılmıyor, ama Laelius, dostluk konusunda hep onun düşüncelerini aktardığından, diyalogda o hep karşımızdadır.

Diyaloğun öteki kişileri, Laelius’un damatları Q. Mucius Scaevola ve C. Fannius’tur. Q. Mucius Scaevola, hukukçu ve rahip yetiştiren ünlü Scaevola soyundandır. İ.Ö. 157 yıllarında doğmuştur. İ.Ö. 117 yılında konsül olmuş, İ.Ö. 88 yılında ölmüştür. Roma’nın en ünlü hukukçularından biri idi. C. Fannius Strabo, kayınbiraderinden biraz yaşlıdır. Üçüncü Pön Savaşına katılmıştır. Cicero’nun, Brutus’ta pek de iyi bir dille anlatmadığı bir tarih kitabı vardır.

Cicero’yla kitabını adına sunduğu Atticus arasında, eski ve büyük bir dostluk, genç yaşlarında başlayıp Cicero’nun ölümüne dek sürmüştür. Cicero’nun bütün yaşamı boyunca Atticus’a yazdığı mektuplar büyük bir deste tutar. Atticus siyasal yaşama karışmamış, tarih alanındaki
kişisel çalışmalarıyla, ticaretle, malının yönetimiyle uğraşmıştır. Cicero’nun kitaplarını da o yayınlamıştır.

Cicero, De Amicitia’yı yazarken hangi kitabı örnek aldığını kesin olarak söylemiyor. Kitabın birçok yerinde Aristo ve Theophrasos’a yaklaşır. Aulus Gellius Noctes Atticae 13, 10’da Cicero’nun, Laelius’u yazmadan önce Theophrasos’un Peri Philias (Dostluk) adlı kitabını okumuş olduğunu söylüyorsa da, bu, Cicero’nun bu kitabı örnek aldığına kesin bir kanıt olarak gösterilemez.

Cicero’nun; Aristo ve Theophrasos’un düşüncelerini içine alan Panaios’un Peri Kathekontos adlı kitabından esinlendiği kabul edilebilir. Aslında “Dostluk”a birçok bakımdan benzeyen “De Officiis”de de Cicero bu kitabı örnek almıştır: Dostluk’ta diyaloğu stoacı Laelius yönetiyor. Dostluğun tanımı tam anlamıyla stoa felsefesine uygundur, çünkü stoacılara göre dostlukta temel, birlikte yaşamaktan çok “symphonia” (anlaşma) dır; Cicero bunu “consensio” sözcüğüyle çeviriyor. Ama Cicero’nun yapıtı kendisine kaynak olarak gösterilebilecek yapıtlardan şu noktada ayrılır: Cicero, Yunan yazarlarının dostluk üzerine düşüncelerini birbirine dost iki Romalıda (Laelius, Scipio) canlandırıyor, bu düşünceleri onlara uyguluyor. Böylece düşünceler kişilik kazanıyor, canlanıyor, Romalılaşıyor.

Eserden Bazı Bölümler;

I
Augur (1) Q. Mucius Scaevola, kaynatası C. Laelius üzerine anılarını olduğu gibi, tatlı tatlı anlatırdı. Her konuşmasında ona bilge demekte duraksamazdı. Erkek togasını (2) giydikten sonra babam beni de Scaevola’ya götürmüştü; bundan sonra bu yaşlı adamın yanından, elimden geldiği kadar ve bana izin verildiği kadar, ayrılmadım. Ondan dinlediğim birçok ciddî konuşmayı kısa, yerinde söylenmiş sözleri ezberimde tuttum; onun bilgisiyle daha bilgili olmaya çalışıyordum. Ölümünden sonra, pontifex (3) Scaevola’yla yakınlık kurdum. Bu Scaevola’nın yeteneği, hakseverliğiyle yurttaşlarımız arasında seçkin bir yer aldığını söylemekten çekinmem; ama ondan başka bir zaman söz açarım, şimdi augura dönüyorum.
Scaevola her zaman türlü konularda söz söylerdi; özellikle bir gün anımsıyorum, evinde benim ve birkaç yakın dostunun bulunduğu bir toplantı s ırasında, alışkanlığı üzere hemicyclium’da (4) otururken, o zaman hemen herkesin dilinde olan bir konudan söz açmıştı. Atticus, kesinlikle anımsarsın, hele P. Sulpicius’un (5) çok yakın dostu olduğun için daha iyi anımsarsın, Sulpicius halk tribünüyken önce çok sevdiği, birlikte içli dışlı bir yaşam sürdüğü, o zamanın konsülü Q. Pompeius’tan (6) kanlı b ıçaklı düşman olarak ayrılınca, halkın şaşkınlığı ya da buna yerinmesi de diyebilirsin, ne denli büyük olmuştu!
İşte Scaevola bu olayı andıktan sonra, Africanus’un ölümünden birkaç gün sonra, Laclius’un, kendisi ve öteki damadı Marcusoğlu Fannius’la (7) yaptığı dostluk üzerine konuşmayı aktardı. Bu konuşmadaki düşünceleri ezberimde tuttum, bu kitapta kendime göre anlattım; yalnızca birçok “dedim”, “dedi”nin araya girmemesi ve okurlara karşılarında konuşuluyor sanısını vermek için, kişileri doğrudan doğruya konuşturdum (8).
Dostluk üzerine yazmam için beni her zaman sıkıştırırdın; bu konu herkese tanıtılmaya değer, hem de aramızdaki yakınlığa uygundur diye düşündüm.
Bu yüzden, senin isteğin üzerine birçoklarına yararlı olmak için, bu işi seve seve üzerime aldım. Yaşlılık üzerine senin adına sunduğum Cato Mairo (9) adlı kitabımda yaşlı Cato’yu konuşturdum; çünkü bence, hiç kimse yaşamın bu çağından, Cato’dan daha büyük bir yetkiyle söz edemez. O, hem uzun bir yaşlılık çağı geçirmiş, hem de yaşlılığında parlak bir konuma erişmiştir. Öte yandan, babalarımızdan C. Laelius ve P. Scipio arasındaki dostluğun pek ünlü olduğunu öğrendiğimiz için, Laelius bana dostluk konusunu inceleyecek en uygun kişi göründü; Scaevola, Laelius’un bu konudaki düşüncelerini aktarmıştı daha önce. Bundan başka, çok ünlü, tarihe karışmış kimselerin saygınlığına dayanan bu tür konuşmaların, bilmem neden, daha büyük bir değer kazandığı sanılır. Onun için yazdıklarımı okurken, arasıra kendimin değil, Cato’nun konuştuğunu sanırım (10).
Böylece, yaşlıyken bir yaşlı için yaşlılık üzerine yazdığım gibi, bu kitapta da çok yakın bir dost olarak, dostum için dostluktan söz açtım. O zaman aşağı yukarı zamanının en yaşlısı ve en akıllı uslu adamı, Cato konuşmuştu. Şimdi hem bilge -çünkü bilge sayılmıştır- hem de dostluğuyla ün salmış Laelius, dostluk üzerine konuşacak. Rica ederim, bir zaman için beni düşünme, Laelius’un ta kendisi konuşuyor say. C. Fannius ve Q. Mucius, Africanus’un ölümünden sonra kaynataları Laelius’u görmeye giderler. Söze onlar başlarlar, Laelius yanıtlar; bütün konuşması dostluk üzerinedir; onu okurken kendini bulacaksın (11).

II
FANNIUS – Evet öyle Laelius, gerçekten Africanus’tan daha iyi, daha ünlü bir kimse yoktu. Ama şimdi bütün gözlerin sana çevrilmiş olduğunu düşünmelisin; yalnızca sana bilge adını veriyorlar, yalnızca seni bilge sayıyorlar. Önce bu adı Cato’ya veriyorlardı. Babalarımızın zamanında L. Acilius’a (12) da bilge dendiğini biliyoruz, ama her ikisi de ayrı bir nedenden. Acilius yurttaşlar hukukunda çok bilgili sayıldığı için, Cato ise yaşamdaki görgüsü yüzünden. Cato’nun gerek forumda (13) gerek senatodaki uslu akıllı ve ileri görüşleri, inatçı savunmaları, keskin yanıtları anlatılırdı. Bu yüzden yaşlılığında bilge sanı Cato’nun artık takma adlarından biri olmuştu.
Sense bir başka yönden, yalnızca yaradılışın ya da ahlâkınla değil, daha çok çalışmaların ve bilgin yüzünen bir bilgesin; halkın anladığı anlamda değil, bilginlerin bu sözcüğe verdikleri anlamda bir bilge. Bütün Yunanistan’da böyle bir bilge yetişmedi, (çünkü bu konuyu inceden inceye araştıranlar, bilge denilen “Yediler”i (14) bilge saymazlar. Atina’da bir tek bilge olduğunu biliyoruz; ona da, Apollon’un sözcüsü bile “En büyük bilge” (15) demişti: İşte sende böylesine bir bilgelik bulunduğuna inanıyorlar: sen her şeyin sende bulunduğunu sanırsın ve erdemi insanla ilgili her şeye üstün tutarsın. Bu yüzden benden, sanırım Scaevola’dan da, Africanus’un ölümüne nasıl katlandığını soruyorlar; hele geçen ayın Nonae’sinde (16), augur D. Brutus’un (17) bahçelerinde her zamanki çalışmalarımız için toplandığımızda, bu toplantı günlerini hiç kaçırmadığın ve bu görevini her zaman yerine getirdiğin halde bu kez gelmediğini görenler, bunu daha çok soruyorlar.
SCAEVOLA – Evet, C. Laelius, Fannius’un dediği gibi, birçokları bu soruyu soruyorlar, ama ben onlara durumu gördüğüm gibi anlatıyorum: diyorum ki çok büyük, aynı zamanda çok sevdiği arkadaşının ölümüne soğukkanlılıkla katlanıyor, ama bundan acı duymamak elinde değildir, aslında bu onun insanlığına yakışmaz. Nonae’deki toplantımızda bulunmamasına gelince, bunun nedeni acısı değil, hastalığıdır.
LAELİUS – Hakkın var Scaevola, doğru söylüyorsun. Sağlıklıyken sürekli olarak yaptığın bu görevden acım beni alıkoymamalı. Benim düşünceme göre sağlam karakteri olan bir insanı görevinden alıkoyacak hiçbir olay olamaz. Sana gelince Fannius, bana bu derece değer verildiğini söylerken -ben ne kendimi bu kadar değerli bulurum, ne de değerli sayılmayı isterim- bir dost gibi davranıyorsun; ama öyle sanıyorum ki, Cato üzerine kanıların doğru değil. Ya kimse bilge olmadı (buna ben daha çok inanırım) ya da bir bilge varsa, o da Cato’ydu. Öteki davranışlarını bir yana bırakalım, ama oğlunun ölümüne nasıl katlanmıştı! (18) Paulus’u (19) anımsıyordum, Galus’u (20) görmüştüm, ama onların çocukları pek küçüktü; Catonunkiyse olgun bir çağdaydı, değeri denenmiş bir delikanlıydı. Bu yüzden bir başkasını, söylediğin gibi Apollon’un “en büyük bilge” dediği o insanı bile Cato’ya üstün tutmaktan sakın: Çünkü Cato’nun davranışları, ötekinin sözleri övülüyor. Bana gelince, artık ikinize de sesleniyorum; şunları bilin benim için:
III
Scipio’nun yokluğuna yanmıyorum desem, -bu konuda haklı m ıyım, haksız mıyım, bilgeler düşünsün,- düpedüz yalan söylemiş olurum. Çünkü eşine sanırım hiç raslanmayacak, bana inan ki, hiç mi hiç raslanmamış olan böyle bir dosttan yoksun olduğuma yanarım; ama ilaca gereksinmiyorum, kendi kendimi avutabilirim; en büyük avuntum da, dostlarının ayrılışından acı duyan insanların düştüğü yanlışa düşmemektir. Scipio’nun felâkete uğradığını sanmıyorum; bir felâket geldiyse bana gelmiştir: kara bahtına yanmaksa, dostunu değil, kendini sevmek olur.

V
LAELİUS – Kendime güvenim olsaydı, hiç güçlük çıkarmazdım. Çünkü konu güzel, Fannius’un dediği gibi de, boş zamanımız var. Ama ben kimim? Benim ne yeteneğim var ki? Verilen bir konuda hazırlanmadan söz söylemek bilginlerin, Yunanlıların alışık olduğu bir iştir. Bu da güçtür ve büyük alıştırmaları gerektirir. Bunun için bana kalırsa, siz dostluk konusunda söylenecek sözleri, bu konuyu kendilerine iş güç edinenlerden sorun. Ben size, dostluğu insanla ilgili her şeyin üstünde tutmanızı salık verebilirim. Çünkü hiçbir şey, yaratılışımıza onun gibi uymaz; gerek mutlu, gerek kara günlerimiz için daha elverişli değildir.
Önce, benim düşünceme göre, dostluk ancak iyi insanlar arasında olabilir, ama bu konuyu derinden inceleyenler gibi, iyi sözünü katıksız iyi anlamında kullanmıyorum. Onların belki hakları var, ama böyle düşünmekle, halkın yararına pek az yardım ederler: çünkü bir insanın bilge olmadan iyi olabileceğine inanmazlar. Peki öyle olsun diyelim: ama onların anladığı anlamda da bilgeliğe hiçbir ölümlü erişememiştir. Bizse hayâl ve dilekte kalan şeyleri değil, günlük yaşamda uygulanabilecekleri göz önüne almalıyız. Atalarımızın bilge saydığı C. Fabricius (31), M. Curius (32), Tib. Coruncaniuslara (33), bu filozofların koydukları kuramlara göre, hiçbir zaman bilge diyemem. Bunun için filozoflar bu kıskançlık dolu, karanlık bilge sözünü kendilerine saklasınlar, ama hiç olmazsa bunların iyi insan olduklarını kabul etsinler. Bunu bile yapmazlar: bu sıfat bilgeden başkasına verilmez derler (34). Ama biz, deyiş yerindeyse, kaba bir mantıkla düşünelim (35). Doğruluk, dürüstlük, hakseverlik ve cömertlikleriyle beğenilecek bir davranış ve yaşama yolu tutan, her türlü açgözlülük, şehvet ve küstahlıktan uzak çok direngen kimseler, örneğin yukarda saydıklarım gibi, iyi olarak tanınmışlardır; onlara biz de iyi diyelim: çünkü onlar, bir insanın elinden geldiği kadar, doğanın, bu en iyi yaşayış yolunu gösteren önderin izinden yürürler. Ben o kanıya vardım ki, yaradılışımız gereği, insanlar arasında toplumsal bir bağ bulunur, ama insanlar bize yakın olduğu ölçüde, bu bağ daha güçlü olur; bunun için yurttaşları yabancılara, akrabalarımızı başkalarına yeğ tutarız. Akrabalar arasında dostluğu doğuran, doğanın ta kendisidir; ama bu dostluk sağlam değildir. Gerçekten de, akrabalar arasındaki yakınlık yitebilmesine karşın; dostluktaki yakınlık, her zaman vardır: işte bu noktada dostluk akrabalığa üstündür; yakınlık ortadan kalkarsa, dostluk adı da kalkar, ama akrabalık sürer. Dostluğun gücü özellikle şundan anlaşılabilir: doğanın insanları birbirine yaklaştırıp oluşturduğu sayısız insan toplulukları içinde dostluk, o denli sıkışmış, o denli dar bir alana sığınmıştır ki, ancak iki ya da birkaç kişi tam bir sevecenlikle birbirlerine bağlanır.