Her cahil, kibirlidir. Cahil olup kibirsiz olan bir insan asla yoktur. İnsanı cennete gönderen haslet ise acizliktir. Bu ayrıntının hiç farkında olmadan kalbinize sirayet etmesi tefekkür ile mümkün olur. Sonra da sizin fikri veya fiili hayatınızı etkileyerek mümin kalmanızı sağlar. Fakat mümin olduğunuz el’an acizlik olarak aldığınız sıfat ürpertiye, ürperti, korkaklığa ve nihayet korkaklık da edebe çevrilir.  Elbette farkında olmadan sirayet etme meselesi de çok deruni bir konudur ya..

“Kader veya kadercilik Konusunda” Eskilerin deyimiyle darbı mesel yani en can alıcı nokta İslamiyet’in insaniyet ile olan rabıtası olabilir. Bazı fikir adamları “Ne kadar insansak o kadar Müslümanız” derken durumu centilmenlik olarak yorumlar.  Yanlış bir düşüncedir, ama bütünüyle değil. Esasında bu cümlenin şuuraltında “İnsan”ın aslında ne olduğunu sorgulayan tetikçi ipuçları vardır. Faydalıdır da.

“Kader”i anlamak için evvela insanı, insanı anlamak içinse sabahtan akşama kadar ahırda ot yiyen öküzü birazcık tanımanız gerekiyor. Bir farenin lağım çukuruna neden girdiğini, bir böceğin insan dışkısına neden konup oradan beslendiğini ya da hayatı boyunca uysal bir şekilde ahırda yemlenen öküzün hayattaki maksadını yorumlayamazsanız insan olmanın ne olduğunu da anlayamazsınız. Bu izansız ve anlayışsız halleriniz kalp cihazları icat etmenize mani değildir. Büyük binalar inşa edebilirsiniz. Uydu üzerinden konuşabilir, gökyüzünde uçabilirsiniz. Zaten yapıyorsunuz da, bizim alık fasıklar da sizi görüp bize sesleniyor; bırakın artık şu dini, bakın bırakanlar ne kadar gelişmiş diyorlar..  diyorlar ama hala örnek insan olarak eski çağların şairlerini ve filozoflarını örnek göstermeyi de ihmal etmiyorlar. Gelişimini başlangıçtan beri mükemmel olarak tamamlamış bir varlığın, çevresini geliştirmesi veya geliştirmemesi artık bir gelişim kriteridir çünkü.

Aslında siz bir böceğin yaşaması gereken ortamı seçme özgürlüğünü bırakın, onun bu durumu şikâyet veya şükran şeklinde dile getirme hürriyetinin bile realitede bulunmadığını bir düşünün. *İşte ben de onu diyorum, diyorum ki bulunmalı..* Bunun mümkün olduğu bir dünyada yaşayıp hakikaten özgür olduğunu düşünen insanlara “Aptal” demek onların ampulü bulamayacakları anlamına gelmiyor! Ampulü de bulurlar, telefonu da icat edebilirler.  Allah’ın insandan başka her şeyin fıtratını bağlamış olması sizin de kendinize bir düzine soru soracak olmanız anlamına gelmeliydi. Yani ne tür bir soru? İnsandan başka fıtratı bağlanmamış hiçbir canlı veya cansız varlık yoktur. Bu istatiksel veriyi matematiksel olarak ele alırsak, milyonlarca farklı türün veya nesnenin fıtratının bağlı olması karşısında fıtratı bağlı olmayan yani ne istiyorsa onu yapabilen bir insan nesnesinin istisnai olarak kâinatta yer almasını açıklayamayız. Onun özgürlüğüyle tam manasıyla var olması, husule gelmesi ihtimal, rastlantı veya buna benzer bir şey olma şansını kendiliğinden kaybediyor, hem de bunu büyük rakamlar teorisine göre yapıyor.

Örnekler -1

Ay; düşünmeyen ve özgür olmayan bir varlıktır. Canlı veya cansız olduğunu ispatlayamayız. Ayın insanlara ihtiyacı yoktur. İnsanlar aydan faydalanırlar. İnsanların aya ihtiyacı vardır.

Su; canlı bir varlıktır. Ona cansız diyemeyiz.  çünkü bütün canlılığın devamını sağlar. Özgür değildir. İnsanlara ihtiyacı yoktur. İnsanların suya ihtiyacı vardır. Hiçbir insan hiçbir zaman bir su damlası kadar kainata katkı sağlayamaz.  Hiçbir insan başka bir insana bir su kadar da fayda sağlayamaz.

Bitkiler; canlı varlıklardır ve asla özgür değildirler. Bunu ispatlamak için bir salata tarlasına gidip salataya küfredebilirsiniz. Onun bir dahaki sene mahsul verdiğini gördüğünüz an özgür olmadığını tecrübe edebilirsiniz.

Eşyalar : faydalı ve özgür olmayan diğer nesnelerdir. Canlı veya cansız oldukları hala anlaşılamamıştır. Bütün araçları ve gereçleri onların sayesinde elde ederiz.

Yapması gereken her şeyi bir şekilde hayvana, bitkiye, doğaya (İhdas, icbar ne derseniz artık ) emreden O’dur. Allah, özgür olduğunu sanan insana bütün hayvanları, canlıları ve doğayı efendi yapacak, fakat insana ne yapması gerektiğini söylemeyecektir?  İnsan da bunu normal karşılayıp yaşamaya devam edecek, tabii özgür biri olduğunu sanarak. Bu da belki deistlere dramatik gelebilir. Fakat mantıksız ve aptalca bir çıkarımdır.

Matematiksel olarak sonsuz büyüklükte var olan bir sistem içinde karakter ve fıtrat bakımından özgür, hükümsüz görünen tek canlı insansa eğer bu rastlantıyı istisna olmaktan nasıl çıkarabilirsiniz. İnatla aptal olmadığını iddia ettiğiniz bütün modern hayatın temelindeki fizik ve matematik hangi denklemiyle bunu açıklayabilir? Üstelik bu kıyaslama içinde size itina ve intizamla süt veren inek ve bal yapan arı da yoktur. Yağan yağmur ve doğan güneş gibi birçok oluşum da fıtrat bakımından sizin için sanık ve size hizmet etmeye mahkûm edilmiştir. Mahiyet bakımından bizden daha karışık veya kompleksli de olabilir. Gözleri görmediği halde bir insanın asla yapamayacağı geometrik şekillerle yuvasına havalandırma yapan termik canlıların varlığından haberdarız. Uçakları kuşların mantalitesine göre yapmadık. Yıldırım ve şimşekler bize elektriğin varlığını ispat etmedi. Güneş ve mevsimler dahil, bitkilerin ve suyun bize bu hizmet etme serüveni de kime ne için hizmet etmeliyim sorusunu peyda eder ama gelin görün ki milyonlarca canlı ve cansız bu soruyu sormaz, soramaz, sormaya teşebbüs bile edemez. Bu hizmet o kadar aşağılık ve o kadar çirkin insanlar için bile devamlılığını sürdürür ki buna rağmen yine bir şikayet veya duraksama duyulmaz, görülmez. En önemli ve takdir edilen işi yapan toprak size bir yandan ekmek verirken, bir yandan ayaklarınızın altında olmaya boyun eğdirilmiştir. Komik, fakat korkunç bir şey..

İnsana ne yapması gerektiğini söyleyen birinin olmasını garip karşılamak..? Bunu garip karşılayan insanlar etik kurallarına, toplumsal düzene ve hiyerarşiye sadık bilgili ve okumuş kesimlerdir. Banka müdürleri, akademisyenler ve hayatlarını tamamen bazı sorumluluklarla idare eden şahıslar. Kendi aralarında ve yaşadıkları toplumlarda en ufak bir kulübe bile inşa etseler bunu ruhsatlarla, tapularla, patentlerle bütün kainata ilan edip tescilliyorlar. Ama kendi inşa ettikleri kerpiç bir kulübeyle daha derin ve muhteşem bir kainat olgusunun kıyaslamasına sıra gelince iş değişiyor, mantık hükmünü kaybediyor ve uçsuz bucaksız kainatın ve içindekilerin tescillenmiş bir ürün olduğunu reddetme aşamasını izliyoruz. Kendilerine tanıdıkları hakkı, Allah’a tanımıyorlar. Buna kibir diyoruz. Zavallı kulübelerini ellerinden almaya teşebbüs etseniz, bunu sen değil ben yaptım deseniz belki mücadele cinayete kadar gidebilir. Ama Allah’ın kainatı yaratıp buna kendi imzasını bir elçi ve bir kitap vasıtasıyla tescillemiş olmasını kabullenemiyorlar.  Ne yapmamız gerektiğini bize söyleyemezsin, diyorlar. Sadece sen değil, hiç kimse söylememeli. Bu erdemli bir şey değildir. Özgürlük kendi içsel sesimizle bize erdemi gösterebilir. Neyin etik veya ahlaksız olduğunu bize bırakın.. Tabii insana ne yapması, neyle meşgul olması gerektiğini söyleyen bir kitap var. Fakat kitabı reddetmek nasıl mümkün olmalı? Çünkü ortada şöyle kala kalıyoruz. Bizden başka her şeye ne yapması gerektiği söylenirken bizim ne yapacağımız meçhul.. Halbuki topraktaki maharet bir insanda olmuş olsaydı hiç böyle mi olurdu? İşte esasında fıtratı bağlanmış şeyleri sorgulamayan fıtratı bağlanmamışlar olarak yaşamaya devam ederseniz, kendinizi özgür ve modern birer insan olarak kabul edebilirsiniz.

Bir yağmurun yağmama ihtimali veya güneşin bir dahaki sefere doğmama hürriyetinin olmadığına inanıyorsanız madem, bu hürriyetin olmayışına olan güveninizin sebebini de açıklamalısınız. Bunun tek sebebi çok uzun zamandır yağmurun yağması, toprağın mahsul vermesi ve güneşin doğmasıdır. Bu zaman öyle uzun bir zarftır ki …  Ya da bir dahaki sefere güneşin canı istemediği için doğmayacak olma ihtimaliyle ürkerek yaşamalısınız. İşte bu erdemli bir davranış olurdu. Fakat bu ihtimal dâhilinde bile değildir. Çünkü güneş muhakkak doğacaktır. Bunu herkes bilir. Onun doğmak zorunda oluşunun sebebini sormaya güç yetiremez çünkü mahiyetini bilmemektedir. Daha doğrusu bununla ilgilenmezler. Bir sabah posta kutunuzda dünyanızı, plajlarınızı, bahçelerinizi aydınlatma bedeli olarak yüklü bir fatura göreceğinizi hiç düşünmezsiniz. Fakat bir faturada bunun güneş tarafından gönderildiği yazsa, bu ince bir mizah olmaktan öteye geçebilir miydi? Evlerinizi aydınlatan elektrik şirketlerine teşekkür ederek ödediğiniz paraları, güneş asla sizden istemez. Halbuki o evinizi, gönlünüzü, caddelerinizi ve ülkelerinizi aydınlatır. Sahi onun bu hizmeti size neden yaptığını söylemiyor olmasından daha garip olan bir şey var mıdır? Evet vardır.  O da sizin bu soruyu aslında ona sormuyor oluşunuzdur. Güneşin hammaddesinden daha önemli olan şey esasında budur. Güneşe ulaşmanızdan, aya çıkıp, marsa inmenizden daha önemli ve sizi gerçekten ilgilendiren erdemli konu budur. Henüz aptalların teknolojisi onun yanına gidecek kadar gelişmemiş olabilir. Umarım gelişmez. Çünkü oraya vardıkları zaman güneşe teşekkür etmeyeceklerini hepimiz biliyoruz

Fakat insanlar vakitlerini harcayıp bunu araştırma tenezzülüne girişmediler. Diğer her şeyin neden yapmak zorunda oldukları şeyleri yaptıklarını merak etmedikleri gibi. İşin dramatik tarafı da insandan başka o mezkur her şeyin yapmak zorunda oldukları şeyi hiç ara vermeden bir makine gibi yapıyor oluşları. Bu küstahlık ve duyarsızlığa karşı bu fıtratın ne kadar keskin ve kat’i bir emirle bağlandığını düşünebiliyor musunuz? Onlar için çok sinir bozucu olabilir.

Allah azze ve celle insana iradeyi ve düşünceyi bahşetmekle mukaddes bir imtihanı da başlatmış oldu. “Hazreti Allah Göktedir” veya “Mekândan Münezzehtir” mevzuları selefiler denilen bir akımı ortaya çıkardı. Yine buna benzer bazı hükümler: Kader nasıl ele alınmalıdır, Allah azze ve celle Ebu Cehilin kafir olacağını bile bile mi yarattı, tayin mi yoksa tarif mi söz konusudur, gibi birçok soru müminler arasında münakaşa mevzusu olarak israf ve istimal ediliyor. Peki bir müminin bunları sorgulama veya problem olarak gördükten sonra çözüme kavuşturmaya yetkisi, sorumluluğu var mıdır ve hatta müminleri veya herhangi bir insanı bu tür sorulara yönlendiren itici etken nedir? Kesinlikle ciddi bir cesaret ve ürkütücü bir cehalettir.

Her cesur cahil değildir fakat her cahil muhakkak cesur olmak zorundadır. Çünkü cesurluğu bir haslet olarak kabul etmez ve farkında olmadan cüretkâr veya isyankâr olabilir. Bir müminin kaderi nasıl ele alması gerektiğini araştırma konusu yapması büyük bir cesaret örneği ve tehlikeli bir yolculuğun başlangıcıdır. Yani insan, lağım çukuruna giren ve bu duruma hiçbir şekilde itiraz edemeyen farenin yap(a)madığını yapar. Yani görevlendirildiği şeyi yapmama özgürlüğünü kullanarak sorumlu olmadığı hususları konuşur, tartışır ve çözüme kavuşturmaya uğraşır. Bu da onun konuşma ve sorgulama aşamasıyla beraber çok ürkütücü bir cesaretin fişeği oluverir. Kendisinden fiziksel veya beyinsel olarak çok daha üstün varlıkların karşısında sadece şuur hasletinden dolayı ayrılan ve yüceltilen insan çukuru aramaya başlar.. Bu çukur karanlık ve o kadar derin bir yerdir ki insanın ömrü bin yıl hatta yüz bin yıl olsa dahi onun dibini bulmaya asla yetmeyecektir.

Bir Müslüman bu çukurun içine düşüp dibini aramaya başladığı an büyük bir hataya ve zulme doğru yola çıkar. Araştırır, geliştirir ve mesul olmadığı her konuyu tartışır ki bunu insan olarak yaratılmasıyla kendisine verilmiş bir hak telakki eder ve o tehlikeli suların lezzetli cazibesine kapılır. Halbuki bir Müslümanın Hazreti kitabullaha göre “Allah’a özgür iradesiyle iman etmesi” salık edilmiştir. Yaratılışının gayesi sadece “Allah’a kul olmak ve onun emirlerini kendi istek ve iradesiyle yerine getirmesidir.” Allah’ın hükümlerini sorgulayan veya merak eden her türlü fiili ve fikri teşebbüs cehalet ve cesaretten başka bir şey değildir. Çünkü nihayetinde malik olarak kabul ettiğiniz efendinin kendi mülkündeki iradesini sorgulama aşaması başlamıştır. Fakat ne hikmetse bu sorgulama serüveni işyerinizde, askerde, devlet kademelerinde söz konusu bile değildir. Çünkü orada otorite ve korku vardır. Otorite kendisini sürekli fiziksel olarak gösterir. İnsanların o otoriteye karşı çıkmayışı otoritenin tehdit ettiği eylemi çok kısa sürede yapmasıdır.

Allah azze ve celle küçük bir arıya insana söylediği gibi “Ey arı, senin rabbin olduğumu biliyorsun, senden bal yapmanı istiyorum” dememiştir. Bilakis “yap” demiştir. Eğer retorik olarak arıya bir anlık diyalog ve sorgulama, özgürlüğüyle konuşma yetisi verilmiş olsa onun : Ey Allah! Bal yapmak için neden sadece “ol” demiyorsun da beni yoruyorsun(haşa), dediğini duymuş olabilirsiniz. Şimdi arının  bunu söylerken hala bal yapıyor oluşunu düşünün. Allah’a karşı haşyetten ve itaatten asla ayrılmayacak zavallı arının konunun anlaşılması için konuştuğunu varsaydım. Fakat arının bal yapıyor oluşu bir gerçek. Bal yapımı sırasında söylediği şeyin bir itiraz veya sorgulama oluşu balın Allah’ın iradesine karşı çıkmayışıyla sonuçlanıyor. Realitede arı tabii ki bizim ona atfettiğimizi gibi hiçbir şey söylemiyor. Sadece kendisine verilen görev icra etmekle meşgul. Elbette memnun olarak..

Allah arzusunu insana, emrini ise insandan başka bütün canlı veya cansız varlıklara ikrar ile icbar etmiştir. O halde özgür iradeye sahip insanların özgür iradesi olmayan diğer canlılara bakarak basit fakat çok ürkütücü ve korkutucu o gerçeği anlaması gerek. Aslında muhatap olması başlı başına korkunç ve ürkütücüdür. Varoluşuna ve vazifesine tam itaat eden varlıklarla, bunu sorgulayan veya şikayet eden varlıkların aynı dünyada yaşadığı gerçeği.. bir hayvanın veya bitkinin Allah’ın kendisi hakkındaki hükümlerine karşı hiçbir suali veya cevabı olmadığı gerçeğini kim reddedebilir? İradesi olan(insan)larla olmayanlar arasındaki değeri veya üretkenliği değerlendirecek olursak komik bir hezeyanla karşı karşıya kalırız. Çünkü düşünen ve özgür olan insanın düşünmeyen ve özgür olmayan bütün diğer varlıklara hiçbir karı-faydası yoktur. Bilakis düşünmeyen ve kat’i suretle itaat eden canlı-cansız her şeyin, düşünen ve özgür olan insana faydası vardır. İnsan varlığını sürdürebilmek için düşünmeyen ve özgür olmayan her şeye ihtiyaç duyar. Üstelik zaruri olarak ihtiyaç duyduğu her şeye küfretme, zarar verme veya sevip iltifat etme özgürlüğü de devamlıdır. Bu sebeple temiz ve berrak bir suya isterse tükürebilir ya da onu afiyetle içebilir. Su, asla ona biraz evvel bana tükürdüğün için benden faydalanamazsın diyemez. Bu örneği bir filozofa veya inanmayan birine anlattığınız vakit daha komik bir hale doğru yol alırsınız. Çünkü suyun bir insan olmadığını aslında bir canlı olmadığını söyleyecektir size. Halbuki su, canlandıran en önemli maddedir. Canlandıran şeyin cansız olması mümkündür ona göre.. Fıtratı ve hareketleri yaşadığı hayata karşı mutlak bağlanmış olanlarla, özgür olup bağlanmamış olanların arasındaki farkı düşünmek bir insanı Allah’a karşı korkak, edepli ve itaatkâr yapmalıdır. O halde gerçek özgürlük bir insanın fıtratını Allah’ın emirlerine karşı bağlamasıyla mümkündür. Çünkü Allah’ın insan olarak yarattığı “a”şahsını bitki olarak yaratmamış olması aslında insanın daha sonra hiçbir şekilde özgür olmadığı gerçeğini şimdiden muayyenleştirir..? Hükmün veya sözün Allah katında değil, insan nazarında değişiyor olmasını şimdi anlıyor musunuz?

İnsan olarak geldiğiniz dünyaya, öküz olarak gelseydiniz hiçbir probleminiz olmayacaktı. Yani, insan olarak gördüğünüz bütün dini veya hayati problemler insandan başka herhangi bir canlı veya cansız madde olduğunuz an ortadan kaybolacaktı. Fakat olduğunuz şey ortadan kaybolmamış, sadece karakter olarak değişmiştir. Salt olarak bütün problemler aslında yoktur. Onları var eden sizin onları algılıyor olmanızdır. Hayvanların aç olması, hayvanlar için değil bazı hayvansever insanlar için bir problemdir. Bu problemin varlığı ile yokluğu arasındaki çizgi ise sizin hayvan veya insan olmanızla ilgilidir. Problemin çözümüyle elde ettiğiniz kar veya haz da yine aynı şekilde var ve yok olarak devam eder.  Eşzamanlı olarak var olduğunuz kainatta Allah’ın emirleriyle, inşa ettiği düzen ile problemi olmayan hiçbir canlı zaten yok, bizden başka.. Fakat insan olarak gelmenin ne kadar muhteşem(ona itaat ettiğiniz sürece) ne kadar korkunç (isyan ettiğiniz sürece) sonuçları olacağını düşünmelisiniz.  Zerresine kadar malik olduğu insana dilediği hükmü ihtiyar eden Allah’a “Elhamdülillah” demek bizim için zaruridir. Nerede durmalıyız, nelerle meşgul olmalıyız bunların hepsi o kadar açık ve belirgindir işte. Mülkün sahibine nasıl tasarruf etmesi gerektiğini veya verdiği hükümlerde adalet veya merhamet göstermesini –Subhanallah- nasıl dile getirebilirsiniz. Günün her saatinde yük taşıyan bir eşek yerine insan oluşunuzun sebebini değil, değerini anlamlısınız. İnanın bu “değerin” içinde bütün soruların cevabını bulabilirsiniz. Tabi değerini bir gün anlayabilirseniz..