Bosna’da Hırvat veya Sırp herhangi birinden “Yok” kelimesini duyarsanız şaşırmayın. Bu kelime Hırvatça ve Boşnakça’da oldukça bilinen bir kelimedir. Osmanlı himayesindeki coğrafyalarda emperyalist bir sömürü düzeni kurmamış olsak bile yine de birçok kelimemiz Avrupa tarafından hala kullanılmaktadır.

Maalesef Arapça “Amiral” kelimesini Amerikalıların filmlerinden hatırlıyoruz. Amiral kelimesi El-Emir’dir aslında. İngilizce’ye böyle sağlam oturmasını sanırım gemileri yakan Tarık Bin Ziyad’a borçluyuz. Father kelimesi Peder, Brother kelimesi ise biraderden başka bir şey değil. Ortak kökenli birçok kelime var. Bir de milletlerin birbirlerini etkilemeleriyle ortaya çıkan dil asimilasyonu. Avrupa’nın en büyük sanayi devleti kuşkusuz Almanya’dır. Almanca’dan dilimize geçen kelimeler ;  Kaput-Kaputt /   Kobalt-Kobalt / Otoban-Autoban / Panzer-Panzer / Röntgen-Rönten / Vokal-Vokal / Vampir-Vampir / Ren(geyik) – Ren / Doçent – Doçent / Dekan-Dekan / Filinta-Filinte / Baron-Baron / Gen-gen /

Fransızcadan dilimize daha fazla kelime geçmiştir. Bunlardan en bilinenleri: Afiş, Gazoz, Kuaför, Ambulans, Anket, Ambalaj, Benzin, Diyet, Bagaj, Bale, Beton, büro, dedektif, ceket, gofret, krater, kombi, park, pardösü, penye, pelerin, poşet, püre , vapur, televizyon, pelikan, plastik, monitör, serum, makyaj, sinema, kare vs.

Sadece Almanca ve Fransızca’dan dilimize geçen kelimeleri okuduğunuz zaman biz Türkçe konuşmuyormuşuz diye düşünebilirsiniz. Aslında haklısınız. Fiillerimizi bir kenara bırakırsak neredeyse Türkçe kelimemiz yok. İsmet Özel’in meşhur bir sözü vardır. Türkçe’den Arapça ve Farsça’yı atarsanız hiçbir şey kalmaz. Çünkü hiç Farsça, şey de Arapça’dır.. Özel bu tespiti Arapça ve Farsça için yapmış. Varın gerisini siz düşünün. Peki bu bir tehlike mi? Aslında hayır. Kelimeler Arapça ve Farsça’dan geçtiği sürece bir zenginlik fakat Batı’dan geldiği zaman büyük bir felakettir. Bunu bazı dilbilimcileri oldukça güzel ve ayrıntılı şekilde anlatıyorlar. Şimdi asıl konumuza gelelim aşağıda bir dil dergisinde yayınlanan ve dilin serüvenini belli yönleriyle ele alan iyi bir çeviri var.

……….

Bir grup dilbilimci araştırmacı 1700’lerin sonlarında yaptıkları çalışmayla Sanskritçe, Latince ve Yunanca arasında benzerlikler saptadılar ve bütün bu dillerin ortak bir kaynaktan gelebileceğini öne sürdüler. Bu, coğrafi olarak birbirlerinden uzak dillerin bile birbirleriyle ilgili olabileceği düşüncesini doğurdu.

Karşılaştırmalı yöntemde araştırmacılar, diller arasındaki bağlantıları bulabilmek için sistematik değişim örneklerine bakarak aynı sözcüğü birçok dilde arıyorlar. Örneğin, Latince’de p harfiyle başlayan birçok sözcüğün İngilizce’deki karşılığı f harfiyle başlar. İngilizce’deki “father” (baba) sözcüğü, Latince’deki “pater”; balık anlamına gelen “fish” sözcüğü de “pisces” sözcüğüne karşılık gelir. Bu yaklaşım, dillerle ilgili derinlemesine bilgi gerektiriyor; çünkü, araştırmacıların dillerin birbirlerinden ödünç aldıkları ve paralel olarak evrimleşmiş sözcükleri tanıyarak, onları ayıklamaları gerekiyor. Paralel gelişen ya da evrimleşen sözcükler, genellikle “guguk” ya da bebeklerin konuşmasından doğan “baba” gibi ses benzeşmesiyle ortaya çıkan sözcüklerdir.

Bununla beraber, İngiltere’deki Sheffield Üniversitesi’nden dilbilimci April McMhon, karşılaştırmalı yöntemin işlediğini söylüyor. Bu yöntem, örneğin, Hintçe, Rusya ,İngilizce ve İran dilleri gibi bazıları birbirinden çok uzak görünen 150 dilin dahil olduğu Hint-Avrupa dilleri arasında yakın bağlantılar ortaya çıkardı.

Greenberg başka bir yaklaşım benimsedi. Çalışmasında daha çok, sayı ve adılları da içeren birkaç yüz sözcüklük “çekirdek” bir sözcük dağarcığına bağlı kalıyordu. Bunların yeni diller doğduğunda da korunduğu ve bu sözcüklerdeki değişimlerin başka dillere temel başkalaşımlar biçiminde yansıdığını düşünüyordu. Birçok dildeki “aynı” sözcükleri karşılaştırdı; hem bu yaklaşım, dilleri çok iyi biliyor olmayı da gerektirmiyordu. 1950’lerde 2000 Afrika dilini 4 sınıfa ayırdı: Hemen hemen tüm sert ve “tıkırtılı” sesleri içeren Koisan; 1436 dili kapsayan Bantu ya da Nijer-Kongo; Eski Mısır dili, İbranice, Arapça ve diğerlerini içeren Afro-Asya; Sudan ve Orta Afrika dillerinden oluşan Nilo-Sahra. Birçok dilbilimci bu çabasını ayakta alkışladı; Barr “Yaptığı şey çok heyecan verici görünüyordu; çünkü, hiç kimse bunu yapmayı başaramamıştı” diyor.

Greenberg, dünyadaki 7000’den fazla dili yaklaşık 17 “aile” içinde sınıflandırabileceğine   inanıyordu. Dilbilim Hayaletinin İzini Sürmek Danimarkalı dilbilimci Holger Petersen ve daha sonra da Rus dilbilimcilerin öne sürdüğü Nostratik üst ailesinin varlığını kabullenmişlerdi. Onları n görüşüne göre Nostratik, Hint-Avrupa, Ural (Kuzeydoğu Avrupa’da konuşulan), Kuzey Afrika ve Sami dilleri, Dravidiyen (Güney Hindistan’dan) ve Altay (Orta Asya’dan) dil ailelerini kapsıyordu.

Ruhlen ve diğerleri üst aile hayaletlerinin modern sözcük dağarcıklarında ustaca gezindiklerini söylüyorlar. Örneğin, kökeni eli temsil eden “five” (beş) sözcüğünü ele alalım. Sözcük ilk başta eski Hint-Avrupa dilinde “penkwe”ymiş sonra “pnkwstis” olmuş ve Ural köklü dillerde “peyngo” ve Türkçe’nin de dahil olduğu Altay ailesinde “p’aynga” biçimini almış. İlk-Hint-Avrupa dilinde “penkweros” parmak, Yunanca’da “pente”, Latince’de “quinque” ve Sanskritçe’de “panca” olmuş.

Bu değişimlerden yola çıkarak Wayne State Üniversitesi’nden Manaster Ramer, belki 12.000 yıl önce konuşulan Nostratik’te buna karşılık gelen ilk sözcüğün “pyngo” olduğu sonucuna varmış.

Nostratik yerine, Ruhlen ve diğerleri bir başka ve çok benzer üst aileyi savundular; 4 yıl önce Greenberg’in önerdiği ve İngilizce, Moğolca, Sibiryaca ve Japonca gibi ayrı dilleri barındıran Avrasyatik.  Avrasyatik her ne kadar farklı bir dil ailesi alt grubunu barındırsa da, ikisi de Hint-Avrupa ve Altay dillerini içerirler. Bu analizde Greenberg, ailelerdeki sözcüklerde bulunan ince benzerliklere işaret ediyor. Örneğin, köpek ya da kurt cinsine (canine) ait sözcükler birbirine benzer ve benzer sesle başlarlar: İlk-Hint-Avrupa’nın eski türünde, köpek anlamı na gelen sözcük, “kwon”muş; kurt, Proto-Ural dilinde “küjnä” ve bir Rus dili olan Gilyak’ta da köpek “qan”mış. Greenberg, Ruhlen’le birlikte, Güneydoğ u Asya ailelerini içeren Avustrik gibi diğer üst aileleri saptamayla da uğraştı.

Ringe “Diller, birçoğunun kaybolmasına yetecek kadar uzun zaman önce evrimleştiler” diyor. Ringe’e göre, Greenberg’in işaret ettiği benzer ilk harşer, çok da önemli olmayabilir.

Uzak geçmişe gitmek, dillerdeki değişim oranı farklı olduğu için de zor. Örneğin, İzlanda’daki çocuklar yüzyıllar önce yazılmış bir yazıyı rahatlıkla okuyabilirken, İngiliz çocuklar için aynı şey söz konusu değil. Bu nedenlerle, birçok tarihsel dilbilimci, M.Ö. 5000’den önceki dil değişiklikleri verilerini kabul etmezler; yazılı olmayan diller için de çok fazla geri gitmek konusunda emin değillerdir.

Gelen Yazanlar

Stanford  Üniversitesi’nden Luigi Luca Cavalli-Sforza, genetik yapıları benzer kişilerin, dillerini de paylaşma eğiliminde oldukları düşüncesini ileri sürdü. Örneğin, Greenberg’in aynı gruba dahil ettiği Bantu dillerini konuşanlar, benzer genetik gruplardan geliyor. Cavalli- Sforza, Amerika’da 4 genetik grup tanımlı- yor. Bu ayrılmanın ilk kolu (dolayısıyla da genetik olarak en uzak olan) Na-Dene dillerini konuşanları, diğerleriyse Greenberg’in adlandırdığı gibi Amerikan yerli dillerini kapsıyor. “Genetik-dil bağlantısını kurcaladıkça, dil ağaçlarıyla, biyolojik ağaçlar arasında kopukluklar bulduk” diyor Max Planck Enstitüsü’nden Bernard Comrie. Cavalli-Sforza da benzer istisnalar buldu; örneğin, Etiyopyalı lar genetik olarak diğer Afrikalılar’a benzer olsalar da, dilleri Orta Doğulular’ınkine yakın.

Bu farklılıkların bir nedeni, genler ve dillerin aynı zaman çizelgesini izlemiyor oluşu olabilir. Bir toplumda, genetik bir farklı- lığın ortaya çıkması için birçok kuşağın gelip geçmesi gerekirken, anadil çabucak “istilacı” bir dille yer değiştirebilir. Cape Town Üniversitesi’nden Nigel Crawhall “genlerinizi değiştiremezsiniz, ama dilinizi değiştirebilirsiniz” diyor. Dil değişimi yalnızca savaş gibi olağan dışı olaylarla gerçekleşmez; Etiyopya’da olduğu gibi, ticaret ve farklı gruplardan insanlarla yapılan evlilikler de benzer etkiyi doğurabilir.

Tüm yanıtların anlaşılması güç de olsa, dilbilimsel tarihi anlama serüveni heyecan oluşturmaya devam ediyor. Dilbilimciler, yok olan dilleri belgelemeye çalışırken genetikçiler veri tabanlarının çeşitliliğini destekliyorlar. Ayrıca birkaç araştı rmacı, verilerini analiz etmek için yeni yöntemler geliştiriyor. Örneğin Ringe, dil evrimi konusunda uygun senaryolar kuran bilgisayar destekli dilbilim modelleri üzerinde çalışıyor. McMahon ve meslektaşları, evrimsel biyologlarca kullanılan karmaşık yöntemleri, organizmaları gösteren ağaçları izleyerek diller arasında bağlantılar kuramaya uyarlıyorlar. Ringe, bu yeni tekniklerin, tarihsel dilbilimcilerin her geçen yıl sayılarının azalması eğilimini de tersine çevireceğini umuyor. Crawhall “ne de olsa herkes dillerin birbirleriyle nasıl bağlantılı olduğunu merak ediyor” diyor.