Bize ait olan ilk yazılı eserleri (Orun Anıtlarını ) Rus bir bilim adamı okudu. (Neden?) Bu örnek bizim kültürümüze ait olan her şeyi didik didik araştıran kaşiflerin trajik ve komik bir yanını gösterir.  Sadece bir örnek. Buna benzer hizmet gibi görünen keşifler batının çıkarcı yöntemleri benimsemesiyle neredeyse bütün ecnebi toplumlarının hegemonya tekniklerinden biri haline geldi. Kendi toplumuna hizmet etmek yerine farklı milletler için sürekli araştırmalar yapan oryantalistlerin, dilbilimcilerin ortaya çıkması 17. yüzyıldan sonra makyvelist veya pragmatist yaklaşımlarla bir istihbarat düsturu haline getirildi.  Onlar, özellikle İngilizler düşmanlarını tanımadan, onlarla dostane ilişkiler kurmadan asla savaşa girişmiyorlar. Dostunu yakın tut, düşmanını daha yakın fikri içi epey ilginç stratejilerle doldurulan oldukça kültürel bir savaşma tekniğidir. Soğuk savaş döneminde A.B.D, Moskova’nın sosyal ve kültürel bütün yaşantı haritasını çıkarmıştı. Bu tanıma çalışması o kadar ileriye gitti ki Rusların bir sene içerisinde en çok hangi günler ve saatler bir araya toplandığını kaydediyordu. ABD Bu tür bilgilerle elbette olası bir saldırıda oldukça fazla düşman öldürmeyi amaçlıyordu. Şimdi bu veriler açık toplum neticesinde Facebook ve Twitter gibi sosyal silahlarla elde ediliyor.

Gelelim asıl konumuza;

Araplar hiçbir zaman düşmanımız olmadı. İsyan etmeleri suçlu oldukları anlamına gelmez. Onların asi teba olarak hataları bizim onları yönetme başarısızlığımızla ilgiliydi. Batı Arap coğrafyasını ve diğer değerli toprakları elimizden almadan önce bu topraklarda bize tabii olan toplumları isyana sevk etmedi. Çünkü bu görev Araplara değil Türk aydınlarına ihdas edilmişti. Örnek olarak Mekke isyanını ele alalım. Araplar kutsal topraklarda isyan etmeden önce İstanbul’da siyasetin ve askeriyenin kılcal damarlarına nüfuz etmiş Jön Türkler,  Araplardan önce bizzat Osmanlı’ya isyan ediyordu. Doğal olarak bu isyan henüz gizli ve derinden işliyordu. Kültüre, dine ve ümmetçilik anlayışına tamamen karşıydı. Paris’te milliyetçilik akımları eşliğinde eğitim görmüş idealist çocuklar ırkçılık tohumlarının esiri altında kalmıştı. Bu durum pastanın içine zehir koyup misafire ikram etmek kadar basit bir işti. Nitekim bütün aydınlar bu yemekle zehirlendi ve ülkelerini zehirlemeye başladı. Pasta öyle tatlı ve jantiydi ki Namık Kemal dahi “qurye” isimli Fransız gazetesi tarafından Fransa’ya kaçırılıyor ve bedavaya eğitim görüyordu. Cezayir’de Müslümanların kanını içen Fransızların Osmanlı aydınlarına karşı cömert ve nazik olması başka nasıl izah edilebilir? Hatta Fransa’da aynı hocadan aynı sıralarda milliyetçilik eğitimi görmüş kişiler ki bunlara sonra aydın denilecektir, kendi ülkelerine döndükleri zaman bir zamanlar aynı yurtlarda kalmalarına, dostane eğitim görmelerine rağmen milletlerini başka milletlere düşman gösterme işini üstlenmişlerdi. Yazdıkları gazete ve dergilerde asıl üstün olan ve övülmeye layık ırkı tasvir ediyorlardı.

Kalem ve kağıt ile beyinlere serpiştirilen bu korkunç fikirler bir nesil sonra ikinci dünya savaşının mümessili  ve 50 milyon insanın ölümüne sebep olan canileri doğurmuştu. Mussolini, Hitler, Franco.. Madem konumuz Araplar o halde geri dönelim. Osmanlı Devleti kutsal toprakları fethettikten sonra mukaddes yerlerin yönetimini seyyid ve şeriflere veriyordu. Kutsal toprakların valileri konumundaki bu zatlar ümmetçilik anlayışına sahip, Osmanlı’ya tamamen mutiydi. Fakat Jöntürkler devleti yönetmeye başladığı an Mekke emirliğine  kanun hükmünde bir haber çekip bundan sonra bütün yazışmaların Türkçe olacağını, hiçbir şekilde farklı bir dille bürokratik çalışmanın yapılmayacağını müeyyide olarak belirledi. Bu katı kural Arapları çok yakın bir zamanda isyana teşvik etti ve ilk isyan bu şekilde başladı. İlginçtir; isyan lideri bir seyyid idi.. Daha sonra İngilizlerin kendisini desteklediğini gördüğü vakit isyancılarla bağını kopardı ve şöyle dedi; “ Vallahi, Osmanlı’ya isyan etmedik. Jöntürklerin zulmüne başkaldırdık..” Nihayet Devletimiz yıkıldıktan sonra altmışa yakın devlet ortaya çıktı.

Bundan sonra yapılması gerekenler.. ve Türkiye’nin bölgede kazandığı fırsatlar.

3 milyona yakın Suriyeli Türkiye’de yaşıyor. Bunların arasında iyi eğitimli ve munis, Türk halkını seven ve vatandaşlık hakkı kazanmaya çalışan onlarca insan var. İstanbul’da eğitimli Suriyeliler vatandaşlık alım programına dahil edildi. Birkaçını tanıma ve görüşme fırsatım oldu. Devlet kendisine hizmet edecek, toplum için faydalı olacak bu aileleri devşirdikten sonra kesinlikle kurduğu bir eğitim sistemiyle uzun ve yorucu bir çalışma programı hazırlamalı. Bu ailelerin henüz 13-16 yaş aralığındaki erkek ve kız olanları devlet tarafından özel yetiştirilmeli. İlk eğitim selis ve etkili Türkçe eğitimi olmalı. Yetiştirilen zümre iyi bir Türkçe öğrenip tıpkı bir Türk gibi geleneksel devlete saygı ve sevgi besledikten sonra üniversite eğitimlerini siyaset ve uluslararası ilişkiler üzerine yoğunlaştırmalı. Bu sayede aslen Arap olan ve Arapçayı anadili olduğu için çok iyi konuşan aydın bir kesim ortaya çıkacak. Hem maddi hem de manevi olarak desteklenen ve dönüştürülen bu aydın kesim Devletin Ortadoğu’daki bürokratik elçileri olarak çalışmalı. Bugün bir büyükelçi düşünün ki Irak’ta, Arabistan’da, Kuveyt’te, Katar’da o ülkenin kendi diliyle, duygularıyla, düşünceleriyle konuşsun. Onların hislerinin tercümanı olsun ve dönüp devlete Türkçe brifing versin.. O ülkelerin halkları tarafından sevilsin, o halkların demografik yapılarını raporlarsın ve yönetme stratejileri geliştirsin. Bugün bu bahsettiğimiz teknik Amerika’nın çok etkin ve önem vererek yaptığı bir siyasi çalışmadır. Cia ve Fbi gibi istihbarat örgütlerinde neredeyse her milletten birer ajan vardır. Bırakın üst mertebedeki devlet görevlerini Newyork polis teşkilatında bile Türk, Alman, Arap, Afrikalı, Hırvat, Boşnak polisler vardır. Bunun sebebi tamamen iletişim kolaylığı ve yönetim stratejisi belirlemektir. 99 depreminde İzmit’tte bir misyoner çadır kentinde bulunmuştum. Birçok milletten yardım adı altında gönüllü denilen misyonerler vardı. Bir japonla karşılaştım ve ona Japonya’yı sordum. Bana öfkelendi ve agresif bir şekilde Amerikalı olduğunu, kimliğini göstererek ispatlamaya çalıştı. O zamanlar bunun ne olduğunu anlayamadım. Fakat şimdilerde Amerika’yı tebrik etmem gerektiğini anlıyorum. Bir japona, Amerikalı olmanın gururunu yaşatıyor. Acaba neden? Bir japon değil de Amerikalı olmak ne den önemli acaba? Amerika’nın hiçbir yerinde –Ne Mutlu Amerikalıyım- dedirten bir güç yoktur. Sadece güçlü ve zengin bir devlet profili vardır. Bu zengin devlet kendi başkentinde 40 farklı dille eğitim görülmesini özgür bırakan, her millete yaşama özgürlüğü tanıyan, milliyetçilik-ırkçılık yapmayan ve yaptırmayan düsturlara sahip bir manifesto oluşturmuştur. Birkaç ay önce Çin hükumeti yaklaşık 20 tane Çin vatandaşını CİA’ye çalıştığı için idam etti. Fakat biz biliyoruz ki rakamlar bununla sınırlı değil.

Size daha ilginç bir bilgi vereyim, internet üzerinde yapılan arama istatistiklerini incelerseniz ( bunun için Google analetiği kullanabilirsiniz ) Ottoman Emprie kelimesiyle en fazla arama yapan ülkenin Amerika olduğunu görürsünüz.  Evet Amerika ama hangi ili biliyor musunuz? Washington DC.. Yani başkent. Günümüzde Ülkemizde bulunan aydınlar Osmanlı Devleti dendiği vakit hemen ortaçağı hatırlatırlar. Ama dünyanın jandarması 2017’de hala Osmanlı’yı araştırıyor. Bunu yapmasının yegane sebebi Osmanlı sistemini kendi üzerlerine olacak şekilde yeniden tasarlayıp dikmek.  Kapitalist sistemle milyonlarca insanı mağdur ve evsiz yapan, zengini az fakiri muhteşem derecede çok olan Amerika 3 milyon kadar entelektüel bir zümre tarafından yönetilir, geliştirilir ve pazara sunulur. Bu zümre okur, seçtiği kişileri okutur ve silah olarak eğitimi listenin başına koyar. Bu zümre şu an Amerika’daki yale üniversitesinde 1500 ile 1600 yılları arasındaki bütün Osmanlı hukuk sisteminin belgelerini çevirerek incelemeye aldı. Bu haber uluslarası bir medyada dile getirildi. Bizzat ABD yönetimi dernekler vasıtasıyla dünyanın dört bir yanında kolejler açtı. Bizdeki ilk kolej Robert Kolejidir. 1860’larda temeli atılan bu okul binlerce Türkü ABD’ye hizmet edecek şekilde devşirdi. Bu devşirmeyi lütfen kasıtlı ve düşmanca bir şeymiş gibi algılamayın. Bu devşirme aslında bu okullardan mezun olan işadamlarının veya siyasetçilerin Amerika’ya hayran olmasını, savaşa ve mücadeleye 2-0 geride başlamasını sağlayan müthiş bir bilinçaltı operasyonudur. Mesela Cem Boyner, Tansu Çiller ve yüzlerce böyle isim bu okullardan mezun olup Türkiye’yi yönetti, yönetiyor.. Onlarla oturup konuşsanız Araplara mı yönelirsiniz yoksa Amerika’ya mı? Nereye tatile gidersiniz, evladınızı nereye eğitime gönderirsiniz, hangisi sizin için daha muhteşem ve yakındır ?

Devletin Katar’da, Kuveyt’te, Arabistan’da başarılı olması tamamen eğitime verilecek destekle mümkündür. Devlet sistemi 30 yılın – 40 yılın atisine yatırım yapmalı. İşe nereden başlamalı peki, tabii ki ülkemizde yaşayan eğitimli ve potansiyel Suriyeli delikanlılardan.. Onlar artık birer türk olarak yetiştirilip bürokrasimizin bayrakları olacaktır. Tıpkı bugün Amerika’nın yaptığı gibi.