Türkiye’nin Geri Kalma Sebepleri

Sonra

Sonra sen kendi yolunu çizdin..
Benim ilkokulda resmim zayıftı, pek bir şey çizemedim..
Bir işe girdim, ikisi ciddi beş kadını sevdim..
Beşiktaş’ta bir eve taşındım ve sigarayı bıraktım..
Bulaşık makinem var..
Alttan iki dersim var..
Bir kitap projem var..
Ve sen yoksun..

A. Muhsin Ünlü

………………………………………

15. Louis’in meşhur bir lafı vardır : Apres moi le deluge ( Benden sonra Tufan.. )

Münevverlerimiz son zamanlarda mahrem sorular sormaya başladı: “Gelişmemize engel olan sebepleri bulalım?” Bu sorunun cevabını laik ve muhafazakâr cenahın entelektüelleri 15 yıl öncesine kadar bildiklerini sanıyorlardı. Fakat dümen kendi ellerine geçtiği zaman yanıldıklarını anladılar. Ülke sistemini yönetebilmek için kendi ideolojilerini dayatan ve hiçbir şekilde muhalif fikirlere yer ve değer vermeyen her marjinal(uç) grup vaat edilen gelişmişlik ya da medeniyet seviyesinin çıtasını yükseltemediğini gördü.  Köprüler yapıldı, yüksek konforlu binalar dikildi, son model mimari yöntemler ve klas arabalar halka arz edildi..  Sonra ne oldu? Medeniyeti sıcak su ve asansörden ibaret zanneden bir toplum zuhur etti.

Doktor Bey şurada, Mühendis Bey odasında, Denizler hemen aşağıda, toprak oldukça gümrah, hayvanlar semiz fakat burası hala ve inatla bir türlü gelişmiyor. Hatta her ile üniversite açmamıza rağmen kitap okuma seviyemiz 1960’lardaki seviyenin bile altına indi. Kırık camlar teorisi, bol kahkahalı Nasrettin hoca fıkraları gibi kalıplaşmış kısa hikayelerle problemi anlatabilirdim. Hoşunuza giderdi. Okurdunuz. Ya da vatandaşlık görevi olarak akşamleyin hangi açık oturum programının daha faydalı ve izlenmesi gerektiğini tavsiye edebilirdim. Ama daha ayrıntılı, mizah içermeyen ve oldukça dramatik darb-ı mesel dediğimiz mevzuya dönelim: “Temizlik..”, Temiz olmayışımız, kirliliğimiz ve gittikçe kirlenmemiz.

Yıllar önce Rusya’da bir medya organı Türkiye’ye gelin gitmiş kadınların bazılarıyla röportaj yapmıştı. Artık birer Türk vatandaşı olan bu kadınlara “Türkler hakkında ne düşündükleri” soruluyordu. Diyarbakırlı bir gence gönlünü kaptırmış doktor bir rus kadın Diyarbakır’ın küçük ilçelerinden birinde hem pratisyen doktorluk yapıyor hem de annelik yapıyormuş. Türkiye’deki en ilginç ve benzersiz durumu şöyle anlatıyor: “Türkler olduğundan fazla titiz ve temiz. Fakat bu temizlik çevrelerini yani evlerinin önünü, sokaklarını, bahçelerini öyle kirletiyor ki ilk zamanlar hayret etmiştim. Bütün ev kadınları gün boyu evlerinin en ücra köşelerini çamaşır suyuyla yıkıyor, kenarda köşede kalmış bütün çöpleri özenle topluyor ve onları kapılarından dışarıya yani kapılarının hemen önüne süpürüyorlar. Bunun nasıl bir karakter özelliği olduğunu hala anlamış değilim.”

Davutpaşa’da Yıldız Teknik Üniversite’sinin muhteşem bir kampüsü var. Elektrik fakültesi, edebiyat ve eğitim fakülteleri yeni yapılmış modern binalardan müteşekkil. Ankara’da Gazi, Beykentte Hacettepe keza çok güzel bahçelere ve kampüslere sahip. Hatta Gazi Üniversitesinin ana kampüsündeki Eğitim fakültesinin eski binası yıkıldı. Yerine iki ayrı blok şeklinde hem mimari hem de teknik olarak muhteşem denilecek düzeyde Bosna ve Herkes adında iki bina yapıldı. Önce Yıldız Teknik’e gidip fakültelerin önlerini ziyaret ettim. Sırası gelmişken söyleyeyim bari Üniversiteleri ziyaret etmemin sebebi eğer bir gelişmişlik sağlanacaksa bu şüphesiz üniversite yani eğitim mecralarının temelinde yükselecektir diye ümit ettiğim için.. O halde öğretmen, doktor, mühendis yetiştirdiğimiz bu mahallere bakmak iyi bir tahkikat örneği olacaktır. Yıldız Teknik’teki her fakültenin içi modern ve temiz. Bina içinde sigara içilmiyor. Bütün öğrenciler dışarıda, fakülte önlerinde sigara küllükleri olmasına rağmen sigara için bütün öğrenciler izmaritlerini yerlere atıyorlar. Kampüste yürüdüğünüz zaman her yerde izmarit görüyorsunuz. Fakülte önleri paralı temizlikçiler tarafından iki saat içinde temizlenmemiş olsaydı vahşetin boyutlarını daha iyi anlayabilirdiniz. Gözlemlerime Gazi, Hacettepe ve birkaç iyi isimli üniversitede devam ettim. Maalesef sonuç hüsran. Tıpkı Yıldız Teknik’teki gibi ülkemizin okumuş gençliği tarafından kirletilmiş bahçeler, sokaklar, fakülte önlerine rast geldim.

Norveç’te gemilerde çalışan çapacıların ellerinde bembeyaz ve tertemiz eldivenler var. Bosna sokakları ülkenin ekonomik durumu felaket olmasına ( ülkede bir otoban bile yok)  rağmen tertemiz. Hatta bir rehber eşliğinde Saraybosna’yı gezerseniz kılavuzluk yapan Boşnak size ilk önce şunu söyler; “lütfen yerlere çöp atmayın, yerlerde en ufak bir çöp görmediğiniz zaman ne demek istediğimi anlayacaksınız.” yine Norveç’te iskarpin boyayan delikanlının dişleri ve üstü pırıl pırıl. Bizdeyse tıp öğrencileri pasaklı olmalarıyla meşhur, mühendis adaylarımız sigara izmaritlerini fakültelerinin her yerine atıyor.. Bunlara bir nebze katlanabiliriz. Fakat eğitim fakültelerini ziyaret edip birkaç sene sonra çocuklarımıza mürebbiyelik yapacak öğretmen adaylarının hırpaniliğini, sorumsuzca yerlere sigara atışlarını, çevre temizliğine önem vermeyişlerini gördüğünüz zaman problemin ne olduğunu anlayabiliyorsunuz. Bugün alelade dediğimiz herhangi bir ortaokul bahçesinin öğrenciler tarafından ziyaret edilmeyen ücra köşelerinde gizlice sigara içen öğretmenlerimiz var. Onlar da sigaralarını okul bahçelerine bir sanatkar edasıyla hem de artistik şekilde atıyorlar. Okulların önlerinde mütevazı kafeteryalar var. Bu kafelerde dersten önce çay içip sigar tüttüren öğretmenler var. Bir gözlemim sırasında kafenin bahçesinde sigara içen bayan bir öğretmenin çay içtiği masada küllük olmasına rağmen son nefesi çektikten hemen sonra sigarayı çimlere clark damble edasıyla atışını gördüm. Aslında o son nefesten önce onu yere atmasını bekliyordum. Zaten o yüzden uzaktan gözlemlemek için sabrediyordum. Aklımdan bir fotoğraf çekmek ve o anı ölümsüzleştirmek geçti. Bunun kişilik ve mahremiyet haklarına saygısızlık olacağını bildiğim için o saygısızlığı argümanlaştırmak maalesef illegal bir şey olurdu.

Ülkemizin başlıca geri kalma sebebi temizlik anlayışımızın bizi ve ülkemizi kirletiyor olmasıdır. Bu anlayışın bilinçaltında türlü bencillikler ve tembellikler yatıyor.  Sonra ilginçtir yürüdüğümüz yolu okuduğumuz okulu ve oturduğumuz parkı sahiplenmiyoruz. Sanırım sahiplenseydik fütursuzca sigaralarımızı ya da gofretlerin ambalajlarını yerlere bu kadar utanmadan pespayeleşerek atmazdık. Sonra Parklar bize ait değil. Sokaklar başkalarının. Fakülte önleri beynelmilel galiba..

SİGARA’YA..

Alper’den 700 lira borç aldım bugün
İsrail Devleti gömülsün diye karanlıklara!
Çünkü eğer borcu varsa bir mazlumun
Başka bir mazluma
Bir mazluma
Mazlum…
Sevgilim
Tam buraya uygun bir ayet bulamıyorum.
Oysa ne çok ayet vardı 90’larda…
Baktığımız her yerde ayrı bir Allah
Gördüğümüz her peygamber yeni bir mağara.
İnsan olmak bizatihi sansasyoneldir.
Diline döktüğüm dilleri hatırlasana…

Alper bana 700 lira borç verdi bugün
İsrail kaç mermi yapabilir bu parayla?
Tarık Ali’nin Muhammed İkbal için söyledikleri doğru mu?
Frengiden öldü diyor Lahor pavyonlarında.
İşte 90’larda böyle şeyler düşündük biz sevgilim
Düşündük şiir yazınca temizlenir ülkemiz.
Şimdi İkbal cennette, Tarık Ali İngiliz
Merminin de biliyorsun, bini bir para
Ve diyelim ki Humeyni’yi de seviyorum Jack Daniel’ı da
Diyelim ki ev kirasından muaftır bütün şehir
Diyelim ki zalimler de centilmen olabilirler…
Bana duyduğun sevgiyi azımsasana!
Lira bana Alper borç bugün verdi 700.
Hemen iki paket Malbora, biraz mızrak, biraz kuz.
Bilhassa ecnebi reyonundan seçtim bunları sevgilim
Fosforun pişirdiği çocuklarda bulunsun tuzumuz.
Ah evet biliyorum demode lakırdılar bunlar
Demode irrasyonalizm, antikapitalizm demode.
Dünya kocaman bir köy, en iyi sigara Malbora
Araplar arkadan vururlar, meşru bir ülke İsrail.
Eğer bir gemi dolusu hayvan
Haksız yere böğürüyorsa
Ölen her zaman suçludur ne yapabilir ki katil?
Biliyorsun zalimin dediği olur Ortadoğu’da
Dur küfretme. Zalimler de Allah’a dahil!

Söylemiş miydim Alper’in bana borç verdiğini?
Mızrak aldım, çok arabesk, fazla anakronik.
Kuz desen; alnım açık, dolaşmam kuytularda.
Belki de lirayı kapar kapmaz 700
Yüzümü dönmeliydim olduğu gibi batıya.
Bir bakmışım karşıdan Tarık Ali geliyor
Hey bayım; şu var ya; şu koca London Bridge…
90’larda espriler hep böyleydi sevgilim
Çok açık göstermeci, nobran, edepsiz ve kitsch!
90’larda zalimler biraz racon bilirdi.
Karıları çocukları köpekleri olurdu.
Yalnız kalan bir zalim Allah’ı düşünürdü
Dur gevşeme. Zulüm, Allah’tan hariç!
Ah o gemide ben de olsaydım eğer
Mızrağı sallardım Aştot’a kadar
Belki gider çirkin bir faşiste değer
Belki de bir masumun tam kafasına.
Ama savaş böyleymiş bazen siviller
Ölebilirlermiş devlet uğruna.
90’lar bitti artık onlar var ve hey
Siz devlete inanan bütün reziller
Cehennemde karşıma çıktığınızda
Öyle bir yumruk patlatacağım ki tam burnunuza
Hayatınız Gazze şeridi gibi geçerken gözünüzden
Anlayacaksınız Allah ne demek
Ahlak ne demek
Ve rüya…
Bu sözlerimi cennet ehline aynen ilet sevgilim:
Devletin bekasının da Allah belasını versin, Marlbora’nın da

AH MUHSİN ÜNLÜ.