Anmaya gücüm yetseydi de konuşsaydım
Diri-gergin kasları konuşsaydım
“Kardeşler! ” deseydim “Kardeşlerim! ”
“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
“Bakın yaklaşıyor…”

Aliya İzzetbegovic, hayatı, hizmetleri.. / İslam Deklarasyonu / Aliya İzzetBegoviç Kimdir?

İzzetbegovic 1925’de Bosna-Hersek’in Bosanski Samac ilinde doğdu. Saraybosna’da hukuk eğitimi gördü ve avukat olarak çalıştı.1946 yılında Genç Müslümanlar Örgütü’ne üye olmaktan üç yıl hapse mahkum edildi. “İslam Deklarasyonu”nu yayınladı. 1983 yılında düşüncelerinden dolayı 14 yıl hapse mahkum oldu. Cezasının beş yılını hapiste geçirdi. Yugoslavya’nın dağılma sürecine girdiği dönemde Demokratik Eylem Partisi (SDA)’ni kurdu ve genel başkanı seçildi. 

Sovyetler Birliği ve Doğu Blokunda meydana gelen ani ve sarsıcı siyasî gelişmelerin akabinde Komünist yönetimin çökmesiyle birlikte yapılan ilk serbest seçimlerde Bosna-Hersek Cumhuriyeti Devlet Başkanı seçildi.Sırpların Bosna-Hersek Cumhuriyetine karşı başlattığı ve Hırvatistan’ın da bazen müttefik bazen düşman olduğu savaş boyunca Aliya İzzetbegovic Sırp ve Hırvat güçlere karşı yürütülen bağımsızlık savaşına liderlik yaptı. 1995 yılında savaşa son veren Dayton Anlaşması’nın imzalanmasından sonra 1996’da yapılan seçimlerde üçlü başkanlık konseyine seçildi. Devlet Başkanlığı dönemi boyunca Uluslararası gücün baskılarına karşı çıkan İzzetbegovic, 2000 yılında sağlık nedenlerini gerekçe göstererek başkanlık görevinden istifa etti. Cesur, inançlı ve azimli mücadelesi ile tüm hayatı boyunca halkına önderlik yapan, bilge-zahid kişiliğiyle haklılığını her zeminde haykırarak, güçlü ve şahsiyetli bir örneklik ortaya koyan Aliya izzetbegovic, bu özellikleriyle İslam Dünyasında yeni bir lider tipinin de öncüsü oldu. Son derece güçlü entelektüel birikiminin yanında eylem adamı kişiliğini de gösterebilen Aliya İzzetbegovic 2005 yılında vefat etti.

İzzetbegoviç’in İslam’a dair düşünmeye başlaması lise yıllarına “Mladi Muslimani(Müslüman Gençler Kulübü)”ye dayanıyordu. Aliya’nın, “İslam sadece din değildir.” söyleminden yola çıkarak, din tasavvurunu ve İslam’ı konumlandırdığı yeri ifade etmeye çalıştı. Esarette kalmayı hürriyetin asıl unsuru olarak adlandırılan Aliya, İslam’ı doğu ile batı; din ile materyalizm; dram ve ütopya; İsa ile Musa arasında konumlandırmıştır. Müslümanların İslamlaşması’nın yolunun inanmak ve mücadele etmekten geçtiğini belirten Aliya’da Seyyid Kutub ve Fazlurrahman etkilerini görmek mümkündür. Aliya’ya göre İslam ne bir peygamberin dünyada mağlup olmasını sağlar ne de insanlara dünyada icat edilmiş cennetler oluşturmalarını temin eder, bu söylemiyle Hıristiyanlık’ın maneviyatçı anlayışından ve Yahudilik’in materyalist kıskacından münezzeh tutarak yeniden tanımlamıştır. Bu görüşleriyle Mu’tezile mezhebine yakın görülse de Doğu Batı Arasında İslam kitabının sonunda kader inancının varlığına vurgu yaparak bu yöndeki görüşleri çürütmüş oluyordu. Dramın Hristiyanlık’ta olduğu gibi asla bitmeyeceğini tersine dünyanın da cennet bahçesi gibi bir yere dönüşmeyeceğini belirterek İslam’ın vasat yolunu buluyordu.

Hıristiyanlık gibi bir ruhban sınıfının oluşmamasını isteyen Bilge Lider, din adına otorite olarak ortaya çıkan tasavvuf, tarikat gibi oluşumlara sıcak bakmamıştır. Bilhassa mehdiyet gibi konularda, “Mehdi bizim tembelliğimizin adıdır.” diyerek Müslüman bir bireyin İslam’dan nasıl uzak kaldığını betimliyordu. Türk kavramının Müslümanlık’ı hatırlattığı Balkan coğrafyasının yetiştirdiği bir nesil olan Aliya, bir Modernite okuması yaparken İslam’ın din olarak algılanmasından ötürü modernite karşısında zelil bir duruma düştüğünü ifade eder. O’na göre İslam bir kültür, bir medeniyet, bir fikriyattır. İslami yenilenmeye karşı iki tip olarak Muhafazakârlık ve Modernite’yi koymuş ve kendi mefkûresi ile bu kavramları yeniden tanımlamıştır. Muhafazakârların eski reçetelere talip olduğunu, modernistlerin ise bizim olmayan, ötekilerin yazdığı reçeteleri kabul ettiğini belirtmiştir. Böylelikle nasıl bir hezimet ve tehlike unsuru doğduğunu ifade etmişti. İslam’ın yapması gereken ise kendisini geleneğin yükünden kurtarmak ve yabancıların ürettiği geleceğe talip olmamayı sağlamak olmalıdır.

1970’lere gelindiğinde sömürgeye mahkûm edilmemiş İslam beldesi yok denilecek kadar azdı. Zamanında Hz. Ömer’den bile hesap soran tebaa, şimdi ise tahakküm altında yaşamaktan başka bir şey yapmıyordu; kısacası İslam’ın gerekleri yerli yerinde değildi. Bunun çözümü ise Aliya’nın bilhassa belirttiği İslam Rönesans’ında saklıydı. Asıl suçun tebaada olduğunu belirten Aliya, itaat etmeyi bilen İslamlaşmış yeni nesillerin yetiştirilmesinin gerekliliğini vurguluyordu.

“Esareti kabul etmek özgürlük, reddetmek ise sahteliktir.” sözünün somut bir delili olarak, sadece İslamcı söylemleri ve İslam Deklarasyonu yüzünden, dokuz yılını hapishanelere vermek zorunda kalıyordu.

Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in Sözlerinden Bazıları 

“Ölmeye hazır olan insanlar, ölmeye hazır olmayanlara karşı galip gelirler.”

“Kabile ve ulusun dar sınırlarından kurtulmak için kendinizi Müslüman olarak düşünmeye başlayın.”

“Hukuk benim için sadece meslek değil inancım, yaşam tercihim ve hayat felsefem.”

“Din hurafeleri yok etmezse, hurafeler dini yok eder.”

“Kur’an edebiyat değil, hayattır; dolayısıyla O’na bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak bakılmalıdır.”

“Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız.”

“Ey teslimiyet, senin adın İslam’dır!”

“Her şeye kadir olan Allah’a andolsun ki köle olmayacağız.”

“Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”

“Bir kelimeyi hiç aklınızdan çıkarmayın: Devlet. Devletin ne kadar önemli olduğunu hepimiz idrak etmeliyiz. Devletsiz bir millet boşluğa düşer, rüzgarda savrulup gider.”

“Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna’nın özünü de zedeliyor.”

“Hayat kısa sözüne hiç itibar etmedim. Çünkü yeterince uzun yaşadığımı düşünüyorum.”

“Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”

“Sanat için soyunana alkış tutanlar Allah için giyinene neden zulmeder?”

“Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, akılımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız? Küçük ve kırılgan bir insanda bile insanlığa katkıda bulunabilecek büyük bir ruh bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede? Nerede buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız?”

“İnsan şahsiyetini alçaltan, onu eşyayla bir tutan herşey gayri insanidir.”

“Bir gün askerlerden biri gelip kendisine ‘onlar bizim kadınlarımıza tecavüz ediyorlar, onlar bizim kadınlarımızı, yaşlılarımızı ve çocuklarımızı öldürüyorlar. Buna bigane kalmamalıyız’ dediğinde, Aliya çok veciz bir şey söylüyor ‘Sırplar bizim öğretmenimiz değiller.”

“Balığın suda yaşaması gibi dünyanın içinde yaşadığı çevre Kur’an ve İslâm’dır.”

İSLAM DEKLARASYONU KİTABINDAN ÖNEMLİ BİRKAÇ TESPİT 

Birkaç yüzyıl öncesine kadar medeniyeti belirleyen Müslümanlar, bugün neden geri kalmış durumdalar? Çağdaşlık ve İslam yan yana gelebilir iki kavram mıdır? Kur’an ve İslam hakkında ne kadar şey biliyoruz? Bildiklerimizin ne kadarı gerçekle örtüşüyor? İslam sadece bir inanç biçimi midir, yoksa insan hayatının tüm çizgilerini belirleyen bir sistem mi? Müslüman kadın kimdir, nasıl olmalıdır? İnsanların eşitliği diye bir şey var mıdır? Müslümanların kardeşliği nasıldır ve bu mümkün müdür? Din ve vicdan özgürlüğünün sınırları var mıdır? Azınlıklar sorununa nasıl bakmalıyız? İslamî yeniden doğuş, dinî veya siyasî devrim mümkün mü?

Geçmiş-günümüz-gelecek üçgeninde yer alan bu ve benzeri konuların aydınlatılması, Müslüman zihinlerde şüpheye yer bırakmayacak şekilde çözülmesi gerektiği ortadadır.

Elinizdeki kitapta Aliya İzzetbegoviç, yukarıda bir kısmı zikredilen onlarca soru ve problemin cevabına ilişkin görüş ve düşünceleriyle çözüm önerilerini ortaya koymakta.

MÜSLÜMANLAR NEDEN GERİ KALDI?
Bu sorun uydurma veya basit bir tefekkürün eseri değildir, Cebelitarık’tan Endonezya’ya kadar bütün bölgelerde mevcut sakinlik ve atalet manzaraları bu soruyu zorunlu kılmaktadır. Bazıları tarafından “islam’ın Gecesi” olarak tarif edilen bıı durumun kendini açıkça göstermesi, Hindistan’ın İngiltere tarafından işgali ile I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar olan dönemi kapsamaktadır. Tıpkı sonuçlarının günümüze kadar bütün gücüyle hissedildiği gibi onun daha derin sebepleri ve çak eskilere dayanan başlangıcı bulunmaktadır.
Bir halkın yükseliş ve çöküş sebepleri her zaman çok karmaşık ve çeşitlidir. O sebeplerin sadece bir kısmı objektiftir ve böylece değerlendirme ve öğrenmeye açık, diğer bir kısmı ise insanların kalp ve iradelerinde bulunduklarından dolayı ulaşılmaz ve açıklanamazdır.
Sayacağımız bölgeler dışındaki geniş alanlarda sayısız nesil “fellih” (köylü) tarih dışında kalıp yerinde sayarak yaşar ve ölürken, aynı zaman diliminde hayat, irade ve aydınlanmanın kaynaklarının tarih boyunca Mısır, Yunanistan, Roma, Arabistan. Hindistan, Çin ve Meksika’da, bugün ise Avrupa ve Amerika’da ortaya çıkma sebepleri nelerdir? Başkalarıyla, aynı güneş ve aynı şartlar altında oldukları halde biçimsiz ve bilinmez olarak gezinmeye devam ederken, bir halkın birdenbire kendini bulması ve kahraman, aziz, şair beşiği olmasını sağlayan nedir?
Açıklamalar bir daîrede toplanmakta Liderler, kurumlar, ekonomik şartlar v.s. suçludur. Halk cahildir ve bu yüzden ahlaksız liderlere tahammül etmektedir. Liderler ise bencildir ve halkını bilinçlendirmemektedirler. Kurumlar ortamın kültür seviyesinin sonucudur ve kendi açısından da düzenin, daha doğrusu aynı kurumların sonucudur. Burada sebep nedir, sonuç ne olabilir?
Tarih, söz gelimi matematik gibi kesin doğru değildir. Onun kendi kuralları vardır fakat bu kurallara bakarak hadiselerin cereyanını tahmin etmek veya cereyan etmiş olanlarını kesin olarak açıklamak mümkün değildir. Tarih hayat ile alakalı bir hikâyedir. Hayat ise özgürlüğün, kendiliğinin ve öngörülmediğin tezahürüdür. Onun son tanımlanmasında hayat sır olarak kalır. Bu sebepten dolayı, bir halk neden geri kalır sorusuna kesin ve tam bir cevap yoktur ve olamaz.
Alan sınırlaması sebebiyle mümkün olmadığı gibi bu makalenin hedefi Müslüman halkların gerileme sebeplerini araştırma hatta saymak bile değildir. Fakat ona rağmen diğerlerinden, taşıdıkları önem itibarıyla ayrılan iki sebebi zikredeceğim: Dış sebep Moğol İstilası, iç sebep islam’ın teolojik yorumu.
Her ne kadar Moğol istilasıyla alakalı olarak çok yazılıp çizildiyse de, bu facianın korkunç boyutlarının insanların zihinlerinde hiçbir zaman yeterince anlaşılmadığını düşünüyorum. İslam için hayatî önem taşıyan muazzam büyüklükteki alanda yüzlerce şehir ve insan eli ile yaratılan ne varsa yeni ve hatta eski tarihte Örneği bulunmayacak şekilde yok edilmiştir. Birçok bölgenin nüfusu, son insana kadar, tamamen ortadan kaldırılmıştır. Ayaklat altına alınmış insanların bir daha ayağa kalkmaları mucize sayılabilir.
Diğer taraftan; İslam’ın sadece teolojik olarak anlaşılması onun sadece din mesajı olarak algılanması ve böylece dış dünyayı düzenleyen ve değiştiren rolünün dışlanması hatta yok sayılması İslam toplumunun gücü ve direncini içerden zayıflatarak barbarların kolay avı haline gelmesine sebep olmuştur.
Şimdi bu makalenin gerçek görevine dönelim. Ki bu görev sadece ve sadece sebeplerin karmaşıklığı, içinde milyonlarca müslümanın dini, ülküsü, hayat tarzı veya hayat felsefesi olarak İslam, “halkların geri kalmalarının sebebi olabilir mi?” meselesini değerlendirmektir. Geçmişte İslam halkları veya onların büyük çoğunluğu geri kalmış değillerdi. Bugün ise geri kalmışlık vardır.
Fakat Müslümanlar İslam’ı takip etmemekledirler. İlki için şahit olarak tarihi, ikincisi için kendimi, sizi ve hepimizi alıyorum,

II

İslam; Kur’an, Hadis ve diğer kaynaklarda mevcut bulunan mesajların toplamıdır. Fakat aynı zamanda İslam gerçek dünyada yar olan bir hadisenin, hukuk, şehirler, devletler ve medeniyetler yaratan hareketin adıdır. Hem mesaj olarak hem de gerçek tarihi olay olarak o gerilemeyi reddeder. İslam’ı savaşçı din kabul edip ona saldıranları, onu “ibadette bile sakin olmayanların, insanları Tanrı İmparatorluğuma hazırlamak yerine dünyayı fethetme hedefleri olanların, oruç tutmaları daha çok içinde güç ve merhamet ile tat ve zevkin umutsuz bir karışımı olan kimselerin dini” olarak görenleri hatırlayalım.
Motifleri ne olursa olsun bu saldırıda biraz gerçek vardır. İslam her ?aman. iç ve dış, ahlakî ve tarihî, bugünü ve ahireti, iki dünyayı istemiştir. İslam bu ikili davetle tanımlanabilir. Allah’a ve iyiliğe karşı İslam teslimiyeti emrediyordu fakat kötülük, zulüm, düşmanlar, hastalık, pislik ve batıl inanca karşı onun sadece tek bir emri vardı: Mücadele. Fransız islamolog jacques Rissler İslam’ın beş değil altı ana emri (İslam Şartı) olduğunu iddia eder; ona göre İslam’ın altıncı şartı mücadeledir. Kuşkusuz, gerçek İslam’ın ruhu ve sözünün en güvenilir yorumcuları ilk Müslümanlar olmuştur. Aşağıda vereceğimiz bilgiler onların, İslam davetinde kadere boyun eğmek değil, dünyanın fethedilme ve değiştirilme talebinin sesini duyduklarını açıkta ortaya koymaktadır,
İslam 610 yılında, bilinmeyen kabileler arasında ve o zamanki medenî dünyanın uzak bir bölgesinde ortaya çıktı. Muhammed a.s. 632 yılında vefat etti ve bundan sadece 100 yıl sonra onun askerleri bugünkü Paris’in önünde bulunmaktaydılar (732 yılında Poltiers savaşı). Hayatın bu güçlü basıncını ve sadece 100 yıl içinde onun dev kuşağı cereyan eden hadiseleri gözlemleyelim. Temelleri devamlı hareket ve inşa faaliyetlerinde bulunan ve o zamana kadarki olanların hiç birine benzemeyen yeni bir dünya yaratıldı. O zamanki kültür dünyasının muazzam alanı akıl ve dinin belirgin gücü ile asimile edilmişti. Suriye 634, şarT1 (Dımeşk) 635. Ktesifon 636 yılında fethedildi, Hindistan ve Mısır’a ise 641 yılında ulaşılmış oldu. Kartagina 647, Semerkand 676, İspanya 71° yılında fethedildi. 732 yılında ise Müslümanlar Fransa’da durduruldu. 629 yılında uzak Çin’e gelen islam tebliğcileri o zamanki çar olan Tay Çung’a mesajları teslim ederek görev için İzin aldılar (o sırada onlar bugün de ayakta olanı/e dünyanın o bölgesinde en eskisi sayılan Kanton’da cami inşa etli). Bu heyecan, bu “örneği bulunmayan meşhur (büyülenmiş) insanlığın kurtuluşu” (Spengler), insanlık tarihinde tek bir hadise olarak karşımada durmaktadır. Dünya Tarihi eserinde H.G.Wels o günlerle alakalı olarak “Arabistan din ve iradenin odağı haline geldi” demektedir. 655 yılında İslam donanması Likya sahillerinde cereyan eden savaşta Bizans donanmasını yenmiş ve bugüne kadar Arapların böylesine bir donanmaya nasıl sahip oldukları açıklanamamıştır. Böylece 662 ve 667 yıllarında Muaviye istanbul’u kuşatır. Halife Abdülmelik ve oğlu Velid hilafeti esnasında İslam Devleti batıda İspanya (Piriney adasın’dan doğuda Çin’e kadar olan toprakların hakimiydi (685715 yılları arasında). Daha sonra Kurtuba. Bağdat ve Delhi merkezleriyle İspanya, Ortadoğu ve Hindistan’da kurulan islam imparatorlukları tarihin 1000 yıldan fazla bir bölümünü kapsamaktadır. Engizisyon’un acımasız darbeleri karşısında, İslam’ın 700 yıl boyunca en güzel çiçeklerini verdiği ispanya’dan çekilmek zorunda kaldığı zamanda yeni ve güçlü bir dalga Küçük Asya’da (Anadolu) büyümeye başladı ve İstanbul’u fethederek Balkanlar üzerine Avrupa’ya güçlü bir şekilde aktı. Türkler (burada Müslümanlar demek) en son 300 yıldan az (daha doğrusu 1682 yılında) bir zamanda Viyana’nın önünde idi. Hindistan’daki islam iktidarı “Hindistan’ın tarihinde yaşadığı en güzel dönem” den sonra aso’den evvel sona erdi (H.G.Wels’in Büyük Moğollar hanedanı dönemi (1526i707)hakkındaki düşüncesi). Sırf fikir vermek maksadıyla, belli bir sıra takip etmeksizin, işte bazı tarihi gerçekler.
Büyük Moğollar hanedanından olan meşhur Şah Ekber “en büyük Hindistan hâkimlerindendi ve aynı zamanda dünya tarihi içinde büyük insanlar grubuna aitti. Hindistan’ın daha güçlü olmasını sağlayan organizasyonun bir kısmı bugün dahi varlığım….

PERİYODİK ŞEKİLDE HAYAT HİKAYESİ :

Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’İN  kurduğu Müslüman Gençler Kulübü oldukça önemli faaliyetler gerçekleştirdi. İkinci Dünya Harbi esnasındaki faaliyetleriyle de herkesin dikkatini çeken gözde bir oluşum hâline geldi. Ancak bu savaş esnasında tüm Yugoslavya, Almanların işgaline uğramıştı. Bu savaş esnasında Sırp Çetnikler Alman askerlerinin de desteğinden yararlanarak Bosna’da 100.000 Müslüman’ı öldürdüler.

 

13 Ocak 1946’da Yugoslavya yeniden bağımsızlığına kavuştu. Ancak bu bağımsızlık hareketinde Komünist Parti yanlıları önemli bir rol üstlendiklerinden bağımsızlık sonrasında da ülkede yönetimi ele geçirdiler. Ülkenin resmî statüsünü de federal cumhuriyetler birliği olarak belirlediler. Buna göre Yugoslavya altı federal cumhuriyet ile iki özerk bölgeden oluşacak, cumhuriyetlerden biri de Bosna-Hersek Cumhuriyeti olacaktı.

 

Komünist rejimin ülke yönetimini ele geçirmesiyle birlikte dinlerin toplumsal hayattaki varlığı giderek azaltıldı. Bilge Kral Aliya İzzetbegoviçpolitik İslam’ı savunduğundan ve ateizme karşı olduğundan komünist yöneticilerin en önemli hedeflerinden biriydi. Bu sebeple 1949’da İslamcılık suçlamasıyla hapse girerek beş yıl hapis cezası çekti.

Bilge Kral Aliya İzzetbegoviçsıkıntıları 1953’te iktidara gelen Tito zamanında daha da arttı. Bu arada sistemin Müslümanların meseleleriyle ilgilenmesi üzere görevlendirdiği Hasan Duzu ile ilişki kurarak onunla irtibat halinde çalışmalar yürütmeye başladı.

Tito’nun 1974’te yeni bir anayasa hazırlamasından sonra yönetim din üzerindeki kontrolünü kısmen hafifleterek bazı geleneksel İslami kurumların yeniden işlev kazanmasına imkân sağladı. Bu yumuşama üzerine bazı camiler ve medreseler yeniden açıldı. Küçük çapta da olsa bir yumuşamayla bazı dinî kurumların yeniden hayata geçirilmesi Müslümanlar arasında hızlı bir İslami uzlaşıya zemin hazırladı.

 

 

BİLGE KRAL ALİYA İZZETBEGOVİÇ’İN İSLAM MANİFESTOSU

 

Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç genç yaşta mahkum edilmek korkutmadı gözünü, ceza aldığı adı birilerine göre “İslamcılık” olan hakikat davasından vazgeçmedi. 1970 yılında yayınlanan “İslam Manifestosu” adlı eseriyle davasının ardında duruşunu tescilletti.

Elbette bu kitap ona tekrar soruşturmaların yolunu açıyordu, birde bunun üstüne “Mladi Müslümani”(Genç Müslümanlar) adlı örgütü tekrar diriltme suçlaması eklenince, bilge krala yine mahkumiyet göründü. 1980 yılında “Doğu ve Batı Arasında İslam” adlı kitabını piyasaya sunarken, 1990 yılında davasındaki sebatını, kararlılığını göstermek istercesine ve düşmanlarıyla dalga geçercesine “İslam Manifestosu”nu tekrar bastırdı.

1990 yılında “Demokratik Hareket Partisi – Stranka Demokratske Akcije” SDA’yı kurdular. Oybirliği ile ilk başkanı seçilen Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç  ölünceye dek genel başkan olarak kaldı.

 

BİLGE KRAL ALİYA İZZETBEGOVİÇ’İN  VEFATI

 

Aliya İzzetbegoviç ise 4 yıl süren bu vahşi savaşta halkının liderliğini büyük bir cesaretle, azimle yürüttü. Saraybosna bombalanırken burayı terk etmedi. Askerleri ile beraber siperde bulundu, sığınaklarda yaşadı. Ordunun başında cephede mücadele etti.Bir taraftan da barışın mücadelesini vererek diplomatik ilişkileri yürüttü. 1995 yılında Amerika’da imzaladığı Dayton antlaşması ile ülkesinin yaşadığı vahşi işgali sonlandırdı. Bosna halkı yaklaşık 200 bin şehidin ardından özgürlüğüne böylece kavuştu. Dayton antlaşmasına göre Bosna Hersek’te yapılan seçimlerde Aliya İzzetbegoviç ikinci kez cumhurbaşkanı seçildi. İzzetbegoviç 1998 yılına kadar cumhurbaşkanlığı görevini yürüttü.

Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç, 10 Eylül günü evinde düşerek kaburgalarını kırmış ve tüm sevenlerinin yüreğini ağzına getirmişti. Tedavi süresince sevenleri hastane önünde bekleyip şifa bulması için dua etmişlerdi. Ancak Aliya”nın yorgun kalbi dayanamadı ve 19 Ekim günü vefat etti.

+ Yeni kategori ekle

BİLGE KRAL ALİYA İZZETBEGOVİÇ’İN  SÖZLERİ

 

“Kabile ve ulusun dar sınırlarından kurtulmak için kendinizi Müslüman olarak düşünmeye başlayın.”

“Kabile ve ulusun dar sınırlarından kurtulmak için kendinizi Müslüman olarak düşünmeye başlayın.”

“Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”

“Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız.”

“İnsan şahsiyetini alçaltan, onu eşyayla bir tutan herşey gayri insanidir.

“Sırplar bizim öğretmenimiz değiller.”

“Bu adil bir barış olmayabilir; fakat süren bir savaştan daha iyidir.”

………

 

Kaynak : Esmedya